Translate

25 Ocak 2015 Pazar

Sürdürülebilir Kalkınmanın Sürdürülemezliği

1987 Yılında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonunda sürdürülebilir kalkınma şu şekilde tanımlanmıştı: "gelecek kuşakların ihtiyaçlarına yanıt verme yeteneğini tehlikeye atmaksızın, mevcut ihtiyaçları gidererek kalkınmayı sürdürülebilir kılmak"(*).
Konuya ilgi duyanlar ya da bu blogu takip edenler bilirler, avcı-toplayıcı ilkel-komünal toplumdan tarım toplumuna geçiş sonrası insanlık, geri dönülemez biçimde nüfusunu artırmış ve avcı-toplayıcılıktan daha zahmetli ve riskli olan tarıma mahkum olmuştur. Benzer bir nüfus artışı sanayi toplumuna geçişte de olmuş, insanlık bu gelişmeyi iki büyük dünya savaşıyla taçlandırmıştı (!). Dolayısıyla tarihsel sürecin üç motorundan (**) ilki olan teknolojik gelişim, gezegenimiz ve doğa ile ilişkilerimizde en önemli rolü oynamaktadır. Bir yandan hayatımızı hızlandıran teknoloji doğaya daha fazla zarar vermemize neden olurken, diğer yandan da bu teknolojinin kullanımını daha verimli kılan, daha temiz enerji kaynakları ve geri dönüşüm yöntemleriyle yıkımı yavaşlatmaktadır. Pekiyi süreç nereye doğru ilerliyor?
Dünya üzerindeki "sürdürülebilir" paylaşım savaşı, gelişmiş ülkeleri daha çok geliştirip geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerdeki sömürüyü sürdürdüğü sürece, savaş ve kıtlık nedeniyle sömürülen ülkelerdeki nüfus artışını engelleyemeyecektir. Dünya nüfusu sürekli artmaktadır ve gelşmiş ülkelerden başlayıp teknolojsi eskidikçe gelişmekte olan ülkelere yayılan belirli bir ürünün "sürdürülebilir" tüketimi, toplam enerji ihtiyacını sürekli olarak artıracaktır (bu yazıdaki "enerji" sadece yakıt anlamında değil, yiyecek, su, ışık vb. her tür girdi anlamındadır) . Toplam enerji ihtiyacının artması yeni enerji kaynaklarına ihtiyaç duyulmasına yol açar. Doğaya en az zarar veren enerji kaynakları dahi, sayıları kabul edilemez boyutlara ulaştığında doğayı tahrip ederler. Hidroelektrik santrallerinin doğayı ve tarımı nasıl etkilediğini görüyoruz. Benzer şekilde diğer doğa dostu olarak tanıtılan enerji kaynakları da sayıları arttığında benzer sorunlar çıkartacaklardır. Büyüyen et endüstrisi ve tükettiği temiz su, tarımda verimlilik baskısıyla toprak kalitesinde düşüş ve kimyasal kullanımı da kapıda bekleyen, kendisini göstermeye başlamış sorunlardır. Evet, verim arttıkça doğaya olan zarar azalır, ama talep baskısının sayıyı artırma eğilimi herzaman verimlilik baskısının önündedir. Fırından günde 200 ekmek çıkartmanız gerekiyorsa, önce fırından 200 ekmek çıkartır, sonra bu 200 ekmeği daha az enerji ve fırıncı ustası kullanarak nasıl çıkartacağınızı araştırısınız. İkincisi asla birincisinin önüne geçmez!
Son tahlilde insanlık, karşılaştığı ya da karşılaşacağına dair işaretleri gördüğü sorunları çözmek için önüne alır. Sürdürülebilir kalkınma modelleri de karşılaşılan bu çevre sorunları sonucu gezegeni yok ettiğini farkeden insanlığın aradığı çözümlerdendir. Uzay araştırmaları, Mars Kolonisi fikirleri de bunun yansımalarıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken  nokta, ilkel komünal toplum sonrası sınıflı topluma ilk geçişle birlikte tarihsel sürecin sürekli olarak enerji ihtiyacını artırıcı eğilimde olduğudur. Ben bunu, tarihsel sürecin diğer iki motoru olan hükümdarlar arası rekabet ve sınıf çatışmalarının teknolojik gelişmelere yön vermesine bağlıyorum. Bu nedenle, sınıflı ve devletler arası gerilimin varolduğu bir dünyada sürdürülebilir bir kalkınmanın olamayacağını düşünüyorum.


(*) http://en.wikipedia.org/wiki/Our_Common_Future
(**) Tarihsel süreci ilerleten üç motor 1. Teknolojik gelişim 2. Hükümdarlar arası rekabet 3. Sınıf mücadeleleri

1 yorum:

  1. Sürdürülebilir kalkınmanın politik ekonomisinden de tabii bahsedilebilir. Şöyle ki, bugün Dünya'da hala ciddi bir yoksulluğun olduğu ülkeler vardır, öte yandan büyük bir tüketimin ve israfın olduğu ülkeler. Burada israf derken, kastım, kullanılmaması gereken şeylerin tüketiminden çok, aslında çok az fayda getiren ama üretimi için çok fazla kaynak gereksinimi olan ürün ve servislerin tüketimi. Dolayısı ile Dünya'daki ülkelerin önemli bir bölümü bir gün gelişmiş olan ülkelerin geldiği düzeye çıkmayı hayal ediyor. Bunun iki yolu var, birincisi Dünya'daki üretimi yeniden paylaştırmak, ikincisi eşitsizlikleri koruyarak üretimi arttırmak, klasik tabir ile pastayı büyütmek. Yeniden paylaşımın gündeme gelmesi, ve yoksul ülkelerin mevcud küresel ekonomik sistemin ideolojik olarak meşru yolları ile bile yeniden paylaşım için mücadele ettiğinde, zengin ülkelerin pastadan aldığı pay azalacaktır, zengin ülkelerin içinde de paylaşım eşit olmadığından bu ülkelerin içinde de ayrıca karışıklıklar yaratacaktır. Bu durumda zengin ülkelerin de ilk etapta benimsemeye çalışacakları iki strateji vardır. Ya yine genel tabir ile pastayı büyütmek, ya da bir şekilde yoksul ülkeleri küresel ekonomik paylaşımdan daha fazla pay alamayacaklarına gerekirse zorla ikna etmek. Bush'un yaratmaya çalıştığı Yeni Dünya Düzeni aslında büyük ölçüde ikincinin denemesi sayılabilir. ABD'nin diğer gelişmiş ülkelerin kısmen ve tamamen desteğini de belki arkasına alarak bunu yeniden deneme ihtimali vardır. Ancak ilki yine kısa vadede en mantıklı çözüm gibi görünüyor. Elbette orta ve uzun vadede pay artarken Dünya'nın kaynaklarının aşırı zorlanması sonucu ekonomik ve toplumsal sistem tamamen çökebilir. Sürdürülebilir kalkınma, bir parça bu çökmeyi önleme, bir parça da aslında pastanın büyüme hızını azaltma çabası sayılabilir. (Sonuçta ülkelere kalkının ama çevreye de dikkat edin denince, tamamen kalkınmaya ayrılabilecek enerjinin bir bölümü çevreye dikkat etmek için ayrılıyor) Sonuç olarak aslında sürdürülebilir kalkınma, küresel ekonomik sistemi, mevcud market ve kar temelli ekonomik sistemden potansiyel olarak daha da uzaklaştıracak bir program sayılabilir. Sonuç olarak sürdürülebilir kalkınma için, kalkınmanın motoru olacak özel sektörü denetim altında tutmak gerektiği artık genel olarak kabul görüyor. En sağcı bile Çin söz konusu olduğunda mesela mesela Çevre kirliliğini dile getiriyor. Dolayısı ile belki bir parça ideolojik bakış açımın da etkisi ile bu meselenin yerli yerine oturmasının ancak yeni bir küresel ekonomik düzen içinde olabileceğini düşünüyorum.

    YanıtlaSil