Translate

4 Ocak 2015 Pazar

Seçim Ortamından Soyutlanmak

Seçim çalışmaları başlayınca, gerçek sorunların seçim çalışmalarının gölgesinde kalması gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Aslında ülkenin iki yıldır sürekli seçim havasında tutulması, bunun biraz da tercih edilen bir durum olduğu konusunda şüphe uyandırmıyor değil.
Gelelim bizi ilgilendiren kısma; ilgilenmemiz gereken konu seçim midir? Değildir diyorum şahsen. Daha önce birkaç yazıda da tartıştık, çalışan sınıflar olarak çoğunluğu oluşturuyor olmakla beraber (ücretli çlışanların nüfusa  oranı yaklaşık %65), sağ politikaların ve neoliberalizmin alternatifsizliği algısı nedeniyle sınıf lehine siyaseti savunanlar olarak ulaşabildiğimiz kitle sınırlı. Zaten Haziran Direnişi ya da laik - aydınlanmacı tavır konulu tartışmalarda da toplam nüfus içinde azınlık olduğumuzu kabul etmemiz gerektiğini tekrarlıyorum. Seçimle ilgili konulara da bu açıdan yaklaşmak gerekiyor.
Bunun yanında, genel seçimlerin AKP aleyhine sonuçlanması durumunda kurulması olası koalisyonlardan herhangi birinin, çalışanlar için daha olumlu bir ekonomik ve sosyal durum yaratabileceğinden peşinen nasıl emin olabiliriz? İlgili düzen partilerinden hangisi somut bir neoliberalizm eleştirisi yapmaktadır ve mevcut olanın yerine hangisi alternatif bir ekonomik program ortaya koymaktadır? CHP'nin iş güvenliği ve çevre konularındaki tutumu olumlu olmakla birlikte, sistemin kendisinden kaynaklanan rekabet koşullarında, kriz anında ilk fırsatta vazgeçilen çevre ve iş güvenliği prensiplerinin ne olursa olsun yerinde kalmasını finanse edebilecek midir? Daha önce de tartıştık, kapitalist sistem içinde çevre ve iş güvenliği gerekliliklerini olması gerektiği gibi uygulayabilmenin biricik yolunun, müşterinin bunu talep etmesi olduğunu düşünüyorum. Sistemin bu şekilde evrileceğine dair umut var mıdır? Elbette sendikaların baskısı da etkili olacaktır ama eski rejimin de katkılarıyla bu gücün de mevcut olmadığını söyleyebiliriz.
Sosyalist partilere baktığımızda, önceden de olduğu gibi seçimi söylemlerin yükseltilmesi için araç olarak kullanıp ülke içinde bir devrim için metod arayışı içinde olduklarını görüyoruz. Somut neoliberalizm eleştirileri var, iyileştirilmiş reel sosyalizm ve karma ekonomik model aralığında yer alıyor. Laiklik ve aydınlanma konusundaki kararlılıkları zaman zaman ses getirebiliyor. Ancak öngörülen devrim koşullarının ufukta görünmediği açık. Çalışan sınıflardan kitlesel kabul görmüyorlar. SSCB gibi bir dengeleyici gücün yokluğunda, gerçekleşmesi muhetemel bir ulusal sosyalist devrim halinde yenilecek ambargoya dayanabilecek kararlı bir çalışan sınıfı (Venezuela'daki gibi) örgütlemekten uzaklar. Devrim sonrası bu ambargolara karşı dayanışmacı bir sistem yaratacak uluslararası dayanışma ağı da örülüyor gibi durmuyor.
Dolayısıyla işimiz seçim değil. Önümüzde iki temel problem var: Neoliberalizm ve aydınlanma. Birincisi, uluslararası bir sorun ve neoliberalizmin yerine konulabilecek, çalışan kitleleri ona karşı öncelikle ikna edip sonra peşinden sürükleyebilecek bir sistem alternatifini tartışarak ve dayanışarak bulabiliriz. Bunun için de "mücadeleyi küreselleştirmek" başlıklı yazılarımdaki bizim gruptaki kapitalist sisteme entegre ama ülke olarak tek başına sisteme doğrudan etki edemeyen ülkelerin çalışan sınıflarıyla dayanışmamız, oluşan direnişleri neden ve kökenleriyle birbirine bağlamamız gerekli. İkincisi ise daha çok Batı Asya (*) ülkelerini ilgilendiren laik aydınlanma sorunudur. Sağ politikaların alternatifsizliği düşüncesinin ve çalışan çoğunluğa ulaşamamamızın kökeninde yatmaktadır. Bu açıdan öncelikle kendimizi eğitim ve ekonomi konularında korumalı (okuldan alınamayan bilimsel bilgilerin çocuklara ulaştırılması, sermaye bağımlılığı olmayan finansman kaynakları gibi) sonra da sosyal ve kültürel etkinlik türü eylemlerle tüm ülkeye -doğrudan ya da dolaylı yolla ulaşmalıyız. Seçim tartışmalarıyla enerjimizi boşa harcamamalıyız. 

(*) Ortadoğu yerine bunu kullanmayı tercih ediyorum.

3 yorum:

  1. Ben açıkçası bunun yerine ara bir yol benimsenmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Türkiye'de Avrupa'dakinden çok daha kötü de olsa, bir temsili demokrasi var. Bu temsili demokrasinin etkilerini yok edemiyoruz. Halkın AKPli hatta CHPli bölümünü bir yana bırakalım, seçimleri en önemsiz bulan sosyalist bile, seçimde AKP yüzde 50ye yaklaşınca, hem bundan hem de bunun yarattığı (Türkiye'de sol başarılı olamaz) propagandasından etkileniyor. Mesela TKP'nin Sol Portalı'nda 2014'ün neden kara bir yıl olduğu anlatılırken kullanılan argümanlardan birisi AKP'nin Yerel Seçim ve Cumhurbaşkanlığı başarıları. Ki TKP Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nin boykot edilmesini savunmuştu. Yani AKP'nin adayının oy oranının yükselmesinde bu kampanyanın da rolü var. Elbette seçime katılılım düşmesinde de bu kampanyanın etkisi var, ancak kimse Cumhurbaşkanlığı seçimine katılımın düşüklüğünü bir umut kaynağı olarak görmüyor göstermiyor, izleyebildiğim kadarı ile TKP de dahil. Dolayısı ile seçim ile ilgili, seçimdeki büyüklü küçüklü partilerin savundukları siyasetle ilgili, ve kimlerin kazanmasının hangi sonuçları yaratacağına ilişkin diyeceğimizi söylemeliyiz. Ancak kendi gündemimizi ısrarla savunmalı, hatta bunu seçimin tartışmalarından biri haline getirmek için uğraşmalıyız. Örneğin, küresel siyasetteki konumumuzu, örneğin Türkiye'de emeğin konumunu, örneğin kadınların konumunu, örneğin Aydınlanma Problemini, eğitim sistemini. Seçimin bu tartışmaları gölgelemesine, hele klasik, "Siz şimdilik susun da muhafazakar seçmen huylanmasın, CHP'ye oy versin" zihniyetine kesinlikle izin vermemeliyiz, aksine, sol ancak bağıra bağıra neyi savunduğunu söylerse o zaman iktidar olmalı demeliyiz. Açık olarak AKP'nin zayıflamasının, veya iktidardan düşmesinin bu ülkedeki korkunç baskı ortamını kesinlikle çözeceğini düşünüyorum, elbette AKP'nin yarattığı akım tersine dönmeyebilir, elbette sol/sosyalist/aydınlanmacı/laik politikalar uygulanmayabilir, ancak en azından bu politikalar çok daha özgürce savunulabilecektir. Yeterli toplumsal baskı kurulursa bir sol iktidar, sosyal demokrat iktidar, solcu reformlar yapmak zorunda kalacaktır. Elbette yapabileceklerinin sınırları vardır, ama zaten sistem sınır noktasına dayanır, ve net olarak görülürse alternatifler düşünülmeye başlanır, ki bu da bizim çıkarımızadır. Seçimler söz konusu olduğunda bence, sosyalist bir partinin meclise girmesi, mevcud sol partilerin oldukça sola girmesi, ve olabildiğince sol siyasi çizgiye yakın bir partinin iktidara gelmesi hedefler olmalıdır. Elbette bu bizim tek ve nihayi hedefimiz olmamalı, bizim siyasi çizgimizdeki insanların önlerindeki hedeflerden biri olmalı.

    YanıtlaSil
  2. Seçim işimiz değil elbette, ama Kürt sorunu çözülmeden ülkedeki başka hiç bir sorunun çözülme ihtimali yok. İster ayrışma, ister demokratikleşme, ama mutlak bir barışa ulaşılmadan ülkenin diğer sorunlarına sıra gelemeyecek. Ancak ne yazık ki bu da seçime indekslenmiş gibi.
    Öbür yandan neoliberalizm ile kavgası olması gereken sınıfın örgütsüzlüğü ise uğraşılası en büyük sorun olmalı. Sadece sendikalaşma oranlarına bakarak bile (sendika renginden bahsetmeden) hal çok fena. Bu durumda örgütlülük, kul, teba, particilik vb üzerinden yürüyor ve sosyalistlere nefes alabilecek, umut vaad edebilecek bir alan kalmıyor. Ben bütün çabanın sınıfa dokunmak, sınıfla hareket etmek, sınıfla beraber olmak üzerine kurulması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa o büyük büyük abilerin, havarilerin, kıymeti kendinden menkul kifayetsiz muhterislerin butik gruplarında, partilerinde hiç bir umut üretilemez.

    YanıtlaSil
  3. Ülkede ciddi bir bireyleşme sorunu olduğu açık. İktidarın sosyal yardıma dayalı ikna politikasının önünde aydınlanmayla durabilmek için ihtiyaçları da karşılamak gerekli. Yani önümüzde finansal yönden güçlü bir aydınlanma hareket gerekliliği var. Bunların dışında elbette çözülmesi gereken Kürt sorunu ortada, ancak bütünüyle bir birey - ulus - sınıf tartışması içinde ele alınmalı. Bunu yapabilmek için de öncelikle gündeme getirebilmeliyiz tartışmanın bu eksenini.

    YanıtlaSil