Translate

29 Aralık 2014 Pazartesi

Ne İstemediğimiz Belli Ama...

Çalışan sınıflar için oldukça kötü geçen 2014 yılının sonunda Birleşik Haziran Hareketi ile umutlandık. Emekten yana, cinsiyet eşitliğini, doğayı, laikliği, aydınlanmayı ve barışı savunan bu hareket, Türkiye Meclisi buluşmasıyla umut olmaya yetti. Heyecanla takip edeceğiz, katılacağız. Hareketin de sloganında var, ne istemediğimiz belli, peki istediğimiz ne?
İktidarın baskıcı politikalarının halkı sokağa döktüğü 2013 Haziran'ından esinlenerek, yeni rejimi kabul etmeyen demokratik bir muhalefet söz konusu. İktidarın getirdiği gericiliği, yurtdışından akan paranın üretime ve katma değere değil rant ve tüketime kanalize edildiği bir düzeni kabul etmeyen bir muhalefet. Peki yerine istediğimiz, geçmişteki "güzel" günlerimiz mi? Elbette hayır, olmamalı.
Gelin  o sözde güzel günlere gidelim. İstanbul Hükümeti - TBMM ikili iktidarı sonrası 1923 devrimi ile kurulan Cumhuriyet, ata-devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'nun asker sınıfından bir kadro ile kurulmuştu. Tepeden devrimdi ve reaya (köylü ağırlıklı çalışan sınıflar) sınıfı doğrudan yeni hükümete tabi olmuştu. Bürokrasi yeniden kuruldu. Tepeden devrimlerde devrin modası olan militarist modernleşme (devrimin doğası gereği en elverişli yol olduğundan) benimsendi. Zorunlu askerlik, parti devleti ve ekonmide devlet teşebbüsü yoluyla özel teşebbüse fırsat verme kabul edilerek ikinci dünya savaşı atlatıldı. Savaş sonrası ülke, ağır ekonomik şartlarda batı ittifakına sürüklendi ve Menderes iktidarıyla SSCB'ye karşı ileri karakol haline geldi. Ülke ekonomisi kapalı iken ülke içinde imtyazlar yoluyla burjuva yaratıldı ve o burjuva, imtiyazları kullanarak (eşyanın tabiatı gereği) haksız tekeller oluşturdu. Sonraki yıllar ağır populizmin ve soğuk savaş etkisiyle iç çatışmaların yıllarıydı. Populizm israf demekti, pratikte 38 yaşında emekli olmak ama emekli maaşıyla yaşayamamak, kaynakların üretim sektörüne aktarılmaması, uluslararası rekabetçi olabilecek bir sanayi yaratılmaması nedeniyle işsizlik, ithal ikameciliğin devlete yakın sermayeciliği kaldıraçlaması anlamına gelmekteydi. İç çatışmalar genç nüfusun yaratıcı olamaması, olmak istediğinde engellenmesi, Cumhuriyet'in ilk yıllarında baskılandığından görünür olmayan ama aynı zamanda çözülmeyen, görmezden gelinen Osmanlı'dan kalma etnik - mezhepsel gerilimlerin baskı üstünden kalkınca hortlaması demekti. Sonrasında gelen, sırasıyla reel sosyalizmin bunalımı, uluslararası neo-liberal dalganın galibiyetinin ilanı, Türkiye'de 24 Ocak kararları ve bu kararların 12 Eylül ile uygulanması sonucu Cumhuriyet, amaçladığı ithal ikame ve yerel burjuva sınıfı yaratarak kalkınmanın sağlanması ülküsünde başarısız olmuş oluyordu. Merkez sağ liderliğinde koalisyonlar dönemi, güçlenen siyasal islam ve son üçlü koalisyon eski rejimin sonunu getiriyordu. 19 Aralık 2000 Cezaevleri müdahalesi, adaleti, güvenlik gücü ve basınıyla final sahnesiydi eski rejimin.
İşte, istediğimiz bu "güzel" günler mi? Hiçbir şey olmamış gibi 1920'lere dönmek istemek, en başta 1923 devriminin mantıksal pozitivizmine ihanet olmaz mı?
Başka türlü bir şey istiyor olmalıyız. Diyanet İşleri gibi bir çelişkiyi barındırmayan, din ve mezheplerle, dinsizlerle alıp veremediği olmayan bir laiklik, başta tüm ülke halkının "birey" olmasının, kişisel hak ve özgürlüklerinin bilincinde olmasının ve sonrasında örgütlenmesinin önünü açacak bir demokrasi ve çalışandan yana, katma değeri yüksek br kalkınma modelini savunan bir sosyal devlet istiyor olmalıyız. Birleşik Haziran Hareketi'ni bu nedenle önemsiyorum.

1 yorum:

  1. Güzel yazı. En azından biz sosyalistlerin AKP'nin yanısıra başka neyi istemediğimizi ifade etmiş.

    YanıtlaSil