Translate

28 Ekim 2014 Salı

Mücadeleyi Küreselleştirmek

Bir önceki Suriyeli Mülteciler yazısında yeni bir konunun kapısını aralamıştık: Emeğin küreselleşmesi. Bunu savunmamın nedeni, eşit işe eşit ücret prensibinden hareketle, aynı firmada çalışan iki kişinin aynı işi yapıyor olması halinde çalışanın, hangi ülke pasaportuna sahip olduğundan ya da etnik kökeninden bağımsız olarak aynı ücreti alması gerektiğiydi. Şimdi de tartışmayı derinleştirip emek ve demokrasi mücadelesinin de küreselleşmesini gündeme alacağız.
Dünya üzerinde kurulu ülkeleri bu amaç doğrultusunda kabaca dört ana grupta toplayabiliriz: 
1. Gelişmiş kapitalist ülkeler, 
2. Doğal zenginliğe dayalı ekonomisi olup kapitalist sistemde ağırlığı olan ülkeler, 
3. Kapitalist sisteme entegre olmuş ancak doğal kaynaklarının ve sermayesinin yetersizliği nedeniyle etkisi sınırlı olan ülkeler, 
4. Gelişmemiş ülkeler, yitik ülkeler ve diğerleri. 
Bu formülasyonu örneklendirecek olursak; birinci gruba ABD, İngiltere, Almanya gibi finans kapital gücüyle küresel etkisi olan ülkeler ile onlara üretim gücüyle destek olan İsveç, Japonya gibi çevre ülkeleri dahil edebiliriz. İkinci grup, Çin, Rusya ve körfez ülkelerinden oluşmaktadır ve sınıfsal anlamda en karışık grup olarak bu görünmektedir. Üçüncü grup ülkemizle birlikte zayıf ekonomili AB ülkelerini ve Brezilya, Arjantin, Güney Afrika gibi ülkeleri içerir. Son grupta Moğolistan, Vietnam, Haiti gibi fakir ülkeler, Suriye, Irak, Sierra Leone, Filistin gibi emperyalist saldırı ve iç savaş yıkımına uğramış yitik ülkeler ve sistem dışı Küba, Kuzey Kore gibi ülkeleri sayabiliriz.
Birinci gruptaki gelişmiş kapitalist ülkelerin çalışan sınıflarının bulunduğu durum, kendi ülkelerinin çevre ülkelere uyguladığı emperyalist saldırganlık ya da emperyalist ülkelerin zengin müttefiki olması nedeniyle kendilerine uygulanan sömürünün hafiflemiş olmasıdır. Bu nedenle o ülkelerin çalışan sınıflarında emperyalist saldırganlığı destekleme eğilimi vardır ve direniş dalgası, alt gelir seviyesindeki işçi sınıfı ile iş bulma umudunu yitirmiş işsiz kitlesinden doğmaktadır. Bu direnişlerdeki etnik etki ya da renk farkı etkisinin de temelde aynı denednen kaynaklandığını düşünüyorum. 
İkinci gruptaki doğal kaynaklara dayalı zenginliği olan ülkelerin bu zenginliği, kapitalist ekonomilerindeki çarpıklığın üstünü  örtmektedir. Sürdürülebilir olmayan bu durumu gizlemek için de bu ülkeler, demokratik muhalefet yollarını tıkamaktadırlar. Zenginliklerinin ve sosyal-sınıfsal yapılarının farklı oluşundan ötürü birbirlerinden çok farklı özellik gösteren bu ülkelerde direnişler de farklı karakterlerde oluyor.
Ülkemiz gibi üçüncü grup kabul edebileceğimiz ülkelerde ise, başta orta sınıf olmak üzere tüm çalışan sınıflarda oluşan direniş karakteri, dünya çapında en aktif olanı. Örneklerini Güney Afrika, Yunanistan ve Brezilya'da gözlemledik.
Dördüncü ve son gruptaki ülkeler ise, çoğunlukla sınıfsal temelli olmayan, ülkelerin yapısal sorunlarından doğan gerilimlerin ön planda olduğu ya da kapitalist sistemden kendini soyutlayarak korumaya almayı tercih etmiş ülkeler. Bu ülkelerde mevcut iktidar emperyalist saldırı altındaysa, kısa vadede merkezi yönetimi desteklemenin, orta vadede ise saldırı savuşturulduktan sonra iktidarın demokratik hakları genişletmesi için baskı altına alınması için çalışılmasının doğru olduğunu düşünüyorum (Suriye, Kuzey Kore, Küba gibi). Eğer herhangi bir emperyalist tehlike yoksa (iktidar batı güdümündeyse), merkezi iktidara muhalif ilerici demokratik güçlerin desteklenmesini doğru buluyorum.
Bu dört tip ülkede yeşeren ilerici, demokratik ve çalışan sınıflardan yana direnişlerin bir haberleşme ve dayanışma ağı ile birbirine bağlanması, birbirlerinden haberdar olmaları ve paralel eylemlerde bulunmaları gerektiğini düşünüyorum. Takip eden yazılarda yöntemleri de tartışacağız.       

1 yorum:

  1. Yazıda katılmadığım tek nokta, şu anda üçüncü gruptan birinci gruba yükselme aşamasında olan o nedenle, ikinci gruptaymış gibi görünen iki ülkenin olduğu. Çin ve Hindistan. Bildiğim kadarı ile iki ülkenin de güçlü doğal kaynakları yok. Elbette işçi sınıfları var, ama bunu biz sosyalistler olarak doğal kaynak sayamayız sanırım. Bunun dışında analizin büyük ölçüde doğru olduğuna katılıyorum. Ama analize bir parça hareketlilik kazandırmak gerekiyor. Wallerstein'in Dünya sistemi ile ilgili tezleri bence bunun örneği olabilir. İkinci gruptaki ülkelerin, yani Rusya Çin gibi ülkelerin içinde genel olarak muhalefet demokratik muhalefet yani kapitalizm talebi olduğunu söyleyebiliriz, buralarda, giderek yükselen orta sınıf, ülkenin Dünyanın geri kalanından aldığı sömürü payının nasıl paylaşılacağı konusunda söz sahibi olmak istiyor, çok kısaca ifade edersek.

    YanıtlaSil