Translate

2 Ekim 2014 Perşembe

Savaş, İsraf ve Sömürü

Orduya Irak ve Suriye'ye girme yetkisi veren tezkerenin meclisten mevcut haliyle geçmesiyle fiilen Suriye ile savaşa girdik diyebiliriz. Elbette konuyu çalışan sınıflar ve bölge halklarından taraf olarak inceleyeceğiz.
Bir ülke savaşa girdiğinde, bu savaşı finanse edebilmek için borçlanır. Ülkenin borçlanması demek, özellikle savaş koşullarında, bu borcu çevirebilmek için daha fazla vergi toplaması demektir. Borç yükü ister çalışan sınıfa ister işverenlere binsin, doğrudan ya da dolaylı yoldan -ya ücretler ya da tüketim mallarının fiyat artışıyla- çalışan sınıflara fatura edilir. Çalışan sınıflara fatura edilmesi demek aynı ücrete daha fazla saat çalışmamız demektir. Aynı maaşla daha az tüketim maddesi alabilmek demektir. Yönetici sınıflar, şovenizm yoluyla "bu bedelin ödenmek zorunda olan bir bedel olduğunu" bizlere kabul ettirmeye çalışırlar. Bazen vatan derler bazen teröre karşı savaş, hatta kendi yarattıkları terör örgütlerine karşı savaş görünümünde başka ülke topraklarına ve halkına karşı girişilen savaş olsa dahi. Ne olursa olsun dert anlatmaya çalıştıkları kesim biz oluruz, çünkü bedel ödeyecek olan bizizdir.
Savaşa girmek demek israf demektir. Asker sayısının artması, askerde olan kişilerin iş gücünde değerlendirilememesinden doğan bir israf yaratır. Ayrıca reel bir getirisi olmayan silah harcamaları, özellikle başka ülkelerin uydusu olan ülkelerde yurtdışına para akıtılması, yani borç alınan ülkeden bir de o parayla silah ve mühimmat alınması anlamına gelir. Peki ne pahasına?
Savaş olasılığı, çoğunlukla ekonomik kriz durumunda, sonrasında ya da kriz beklentisi arttığında ortaya çıkar. Pazar, hammadde ya da ucuz işgücü arayışı, kısacası savaş açılan bölge halklarının aleyhine olan herhangi bir ya da birkaç şey için savaşa girilir. Savaş açan ülkenin çalışanları vergiler, artan fiyatlar ve askerlik yoluyla bedel öderken, işgal edilen ülkenin halkı da savaşın şiddeti ve büsbütün yıkılmışlıkla bedel öderler. Bazen işgal eden emperyalist ülkelerin çalışanları, işgal edilen ülkelerin sömürülmesi yoluyla bazı ekonomik avantajlar elde etseler de, günümüzde görüyoruz ki o emperyalist ülkeler işgal ettikleri ülkelerin bataklarından çıkamamakta ve çalışanların kazandıkları bu avantajlar onlara daha fazla askeri harcamayı finanse etmek zorunda kalmak olarak geri dönmektedir.
Çalışanlar olarak almamız gereken tutum yönetici sınıfların şovenist tuzağına düşmeden bölgedeki şiddet ve sömürü ortamına karşı çıkmaktır. Bu karşı çıkış da gösterilen düşmanla beraber, onları destekleyen, arkalarındaki gerçek aktörlere karşı direnmektir. Örneğimizde seçilen kurban Suriye'dir. Suriye halkı ile dayanışma içinde olmalıyız.

3 yorum:

  1. Burada bir iki nokta var dikkat edilmesi gereken. İlki belki savaşın bazen kaçınılmaz olduğu. SSCB Almanya tarafından işgal edildiğinde mesela hiçbir şansı yoktu, ama İspanyol İç Savaşı'nda komünist tarafa destek vermek için şansı vardı, ve belki bu desteği verse daha iyi bir Dünya kurulurdu. Mücadele küresel, "mücadele" kelimesini nasıl tanımlarsak tanımlayalım. Savaştan olabildiğince kaçmak gerekir, ama zaten ortada bir savaş varsa, bazen ideolojisi olan insanın taraf olması gerekir, şu anda Ortadoğu'da da bir savaş var. İkincisi, ve daha önemlisi, bir ekonomist olarak senin görüşünü çürütmen için Savaş Keynesyenizmi örnek verilebilir. Argüman şudur, savaş talebi arttırır, talebin artması da ekonomiyi düzeltir, özellikle bir kriz arifesinde. Dünya'nın her tarafında kullanılan bu argüman daha çok 1945 sonrasında ABD içinde "kısmen" geçerli olan bir durumdur. Çünkü 1945 sonrası, aslında 1941 sonrası bile, ABD için savaş, ülkenin içinde doğrudan hasar yaratmayan bir durumdu. ABD için savaştaki tek kayıp, uzak ülkelerde ölen "kahraman askerler" idi. Irak Savaşı ile ilgili filmde güzel bir söz vardı. Iraklı adam "Siz hiç gerçek savaşı yaşamadınız demişti, sizin için en büyük korku, sıcak evindeki ailenizin, sizin ölebileceğinize ilişkin korkusu idi, oysa gerçek savaşta cephedeki asker, gerideki ailesinin bir bombardımanda ölebileceğinden korkar. Savaş ülkenin kendisine zarar vermeye başladığında iş değişir. Ama savaş ülkeye zarar vermeden bile, eğer savaşın sonucunda ülke yeni kaynaklar elde edemiyorsa iş yine değişir. Aslında cephede ölen asker sayısı yükseldiğinde bile, insanlar bir anda savaşın bedelini hissetmeye başlarlar. ABD için sonuçta çoğunlukla düğmeye basıp kötü adamları öldürme olarak özetlenebilirdi, "kötü adamlar"ın da düğmeye basıp seni öldürme tehlikesi arttıkça ister istemez algı değişiyor. Dolayısı ile, evet savaşı ekonomik açıdan desteklemek için arkada kısman güçlü bir teori var, ama biz bu teori ile mücadele etmeliyiz bence, ama Dünya üzerinde zaten başlamış savaşlarda (ideolojik olarak herşeyde önce) tarafsız kalmadan önce bir düşünmek de şart bence.

    YanıtlaSil
  2. Ben savaşa tarafsız kalınması gerektiğini düşünmüyorum. Varolan savaşın nedeni, şu an tezkere geçiren ve geçirten devletlerin kendisidir diyorum. Ayrıca verilen ABD örneğindeki gibi değil, doğrudan savaştan zarar görebilecek bir ülke halkıyız. Keynes verileri de elbette klasik olarak ekonominin bütününe ait veriler sunmaktadır. Çalışan sınıfın sürekli kaybını gizler.

    YanıtlaSil
  3. Keynes'in yanıldığı çok şey var bence de. Ancak 1945 sonrasındaki Dünya'nın en etkili ekonomisti yine de. Ve ana akım iktisadın Keynes'i reddetmeye başlaması bence sistemin çözüldüğünün de bir işareti, Keynes'inki ile kıyaslandığında çok zayıf olduğunu düşündüğüm ekonomik teori ve modeller ancak sistemi taşıyabiliyor artık, gerçi onlar bile artık taşıyamıyor. Ancak şu andaki durum kesinlikle çok zorlu bir durum. IŞİD gibi, ortada tarafsız kalınmayacak bir güç var. Ve bu bir bahane oluşturuyor, hem Türkiye hem ABD için. Bu durumda ne yapmak lazım, bu bir bahane diye IŞİD'i de kendi halinde bırakmak mı gerekiyor? Açıkçası buna ben de çok rahat cevap bulamıyorum. Belki bir şekilde IŞİD'le sistemden bağımsız olarak mücadele yolları bulmak gerekiyor. Bu mücadele yolları etkili bir şekilde uygulanırsa belki o zaman sistemin açığı ortaya çıkarılabilir.

    YanıtlaSil