Translate

29 Aralık 2014 Pazartesi

Ne İstemediğimiz Belli Ama...

Çalışan sınıflar için oldukça kötü geçen 2014 yılının sonunda Birleşik Haziran Hareketi ile umutlandık. Emekten yana, cinsiyet eşitliğini, doğayı, laikliği, aydınlanmayı ve barışı savunan bu hareket, Türkiye Meclisi buluşmasıyla umut olmaya yetti. Heyecanla takip edeceğiz, katılacağız. Hareketin de sloganında var, ne istemediğimiz belli, peki istediğimiz ne?
İktidarın baskıcı politikalarının halkı sokağa döktüğü 2013 Haziran'ından esinlenerek, yeni rejimi kabul etmeyen demokratik bir muhalefet söz konusu. İktidarın getirdiği gericiliği, yurtdışından akan paranın üretime ve katma değere değil rant ve tüketime kanalize edildiği bir düzeni kabul etmeyen bir muhalefet. Peki yerine istediğimiz, geçmişteki "güzel" günlerimiz mi? Elbette hayır, olmamalı.
Gelin  o sözde güzel günlere gidelim. İstanbul Hükümeti - TBMM ikili iktidarı sonrası 1923 devrimi ile kurulan Cumhuriyet, ata-devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'nun asker sınıfından bir kadro ile kurulmuştu. Tepeden devrimdi ve reaya (köylü ağırlıklı çalışan sınıflar) sınıfı doğrudan yeni hükümete tabi olmuştu. Bürokrasi yeniden kuruldu. Tepeden devrimlerde devrin modası olan militarist modernleşme (devrimin doğası gereği en elverişli yol olduğundan) benimsendi. Zorunlu askerlik, parti devleti ve ekonmide devlet teşebbüsü yoluyla özel teşebbüse fırsat verme kabul edilerek ikinci dünya savaşı atlatıldı. Savaş sonrası ülke, ağır ekonomik şartlarda batı ittifakına sürüklendi ve Menderes iktidarıyla SSCB'ye karşı ileri karakol haline geldi. Ülke ekonomisi kapalı iken ülke içinde imtyazlar yoluyla burjuva yaratıldı ve o burjuva, imtiyazları kullanarak (eşyanın tabiatı gereği) haksız tekeller oluşturdu. Sonraki yıllar ağır populizmin ve soğuk savaş etkisiyle iç çatışmaların yıllarıydı. Populizm israf demekti, pratikte 38 yaşında emekli olmak ama emekli maaşıyla yaşayamamak, kaynakların üretim sektörüne aktarılmaması, uluslararası rekabetçi olabilecek bir sanayi yaratılmaması nedeniyle işsizlik, ithal ikameciliğin devlete yakın sermayeciliği kaldıraçlaması anlamına gelmekteydi. İç çatışmalar genç nüfusun yaratıcı olamaması, olmak istediğinde engellenmesi, Cumhuriyet'in ilk yıllarında baskılandığından görünür olmayan ama aynı zamanda çözülmeyen, görmezden gelinen Osmanlı'dan kalma etnik - mezhepsel gerilimlerin baskı üstünden kalkınca hortlaması demekti. Sonrasında gelen, sırasıyla reel sosyalizmin bunalımı, uluslararası neo-liberal dalganın galibiyetinin ilanı, Türkiye'de 24 Ocak kararları ve bu kararların 12 Eylül ile uygulanması sonucu Cumhuriyet, amaçladığı ithal ikame ve yerel burjuva sınıfı yaratarak kalkınmanın sağlanması ülküsünde başarısız olmuş oluyordu. Merkez sağ liderliğinde koalisyonlar dönemi, güçlenen siyasal islam ve son üçlü koalisyon eski rejimin sonunu getiriyordu. 19 Aralık 2000 Cezaevleri müdahalesi, adaleti, güvenlik gücü ve basınıyla final sahnesiydi eski rejimin.
İşte, istediğimiz bu "güzel" günler mi? Hiçbir şey olmamış gibi 1920'lere dönmek istemek, en başta 1923 devriminin mantıksal pozitivizmine ihanet olmaz mı?
Başka türlü bir şey istiyor olmalıyız. Diyanet İşleri gibi bir çelişkiyi barındırmayan, din ve mezheplerle, dinsizlerle alıp veremediği olmayan bir laiklik, başta tüm ülke halkının "birey" olmasının, kişisel hak ve özgürlüklerinin bilincinde olmasının ve sonrasında örgütlenmesinin önünü açacak bir demokrasi ve çalışandan yana, katma değeri yüksek br kalkınma modelini savunan bir sosyal devlet istiyor olmalıyız. Birleşik Haziran Hareketi'ni bu nedenle önemsiyorum.

20 Aralık 2014 Cumartesi

Kara Yıl 2014

Çok büyük bir gelişme olmazsa bu yazı 2014'ün son yazısı. 2014 yılı çalışan sınıflar ve toplumsal muhalefet açısından kara bir yıldı. İyi niyetli muhalefet ve direnişler iktidar baskısıyla ezildi ve muhalefetin umutları kırıldı. 2014, gerçek anlamıyla Yeni Türkiye'nin kuruluş yılı oldu. Biz de rüzgara karşı yazdık, yazmaya da devam edeceğiz. Başlıklar altında gelişmeleri özetleyelim, sonra da 2015'te ne yapılabilir tartışalım:
Çalışan Sınıflar ve Emek Dünyası
Belki de en üzücü gelişmeler işçi sınıfı içindi. Soma ve Ermenek maden faciaları, büyüyen inşaat sektöründe iş kazaları, budanan haklar, kıdem tazminatı tartışmaları, DİSK'in direngen tavrına rağmen sendikaların genel güç kaybı ve etkisizleşmesini gördük. İş güvenliği konularında CHP'nin meclis muhalefeti güçlü de olsa, bence ekonomik yapıyla, neoliberalizm eleştirisiyle temellendirilmediği için reel karşılık bulamadı. Bu konuyu bazı yazılarda işlemiştim, sonuç kısmında da döneceğim.
Çevre ve Sağlık
Büyük yol projeleri birer çevre katliamına dönüştü 2014'te. Yoğun toplumsal muhalefete rağmen para konuştu ve rant ağır bastı. Yoğun eylemlere rağmen helikopterle çekilmiş orman hasarlar fotografları damgasını vurdu 2014'e. Çevredeki hasar iklimde de etkisini göstermeye başladı yaz mevsiminde, fırtına takviminde gördüğümüz neredeyse her fırtına bir hortum yarattı Marmara Denizi'nde.
Paralel şekilde sağlık alanında da piyasalaşma hızla sürdü. Hastanelerin ameliyat performansı adına halka yüklenmeleri sağlık emekçilerinin eylemlerini buldu karşısında. Eylemler, diğer benzer her alanda olduğu gibi sınırlı etki yarattı.
Eğitim
Eğitimde gericileşme hızla sürdü. Bahsettiğim gericileşme iki boyutlu: biri laiklikten diğeri demokrasiden sapma. Laiklikten sapmayı, kırpılan ve itibarsızlaştırılan pozitif bilim dersleriyle din içerikli eğitim anlayışında gördük. Demokrasiden sapma ise, laiklikten sapmaya bağlı olarak Sünni - İslam'ın dışındaki inanç gruplarının eğitimde tamamıyla yok sayılmasıyla gerçekleşti. Bazı okulların imam - hatip ortaokul ve lisesine çevrilmesi, içi boş Müslüman Nesil ve Osmanlıca tartışmaları, eğitimin kaybolan niteliği yerine suni gündem maddelerini ön plana taşıdı. Maalesef eğitim sendikaları ve meclis muhalefeti bu tuzağa düşmüştür.
Adalet 
Fail-i Mechul cinayetlerin aydınlatıl(a)maması, Gezi - Haziran Direnişi davalarının komik şekilde oradan oraya nakledilip uzatılması, yolsuzluklarda takip bile yapılamayıp kolluk gücünün kriz anında nasıl da savcı emrinden çıkabileceğinin görülmesi açısından ibretlik bir yıl yaşadık. Hukuk öyle bir noktaya geldi ki, toplumsal muhalefetin en liberalinden en sosyalistine herkes aynı görüşü paylaşır oldu, devletin toplumsal mutabakata dayalı varlığının yanına soru işareti kondu.
Kürt Sorunu
Ortalık karıştı. Önce -fiilen karşılıklı- bir silah bırakma ve anaların ağlamaması şeklinde gösterilen bir danışıklı ateşkes ortamı oluştu. Sonrasında Yeni Türkiye'nin ilk muhalefet partisi, HDP'yi izledik. HDP'nin ülke genelinde solcu, güçlü olduğu illerde sağcı-milliyetçi stratejisi, ülke solunun boşalttığı alanda yeni bir Kürt siyaseti merkezli savrulmaya yol açtı. Bu tavır, ekonomi - politik temelli muhalefete dayanmadığı için önümüzdeki dönemde de çalışan sınıfların taleplerinin geri plana düşmesine yol açacaktır. Kobane krizi de Kürt siyasetinin kendi İslamcı muhalefetiyle yüzleşmesine neden oldu özet olarak.
Dış Politika ve Küresel Gelişmeler
ABD ve gelişmiş ülke ekonomilerinin toparlanması, Rusya'nın Ukrayna üzerindeki yayılmacılığı ve Batı'nın yaptırımlarının görünürde başarılı olması ile kırılgan ekonomilerin kırılganlığının daha da görünür hale gelmesi Rusya - Çin - İran ekseni ve gelişmekte olan ülkelerde olumsuz bir hava yarattı. Belki bizler açısından bir takım olumlu gelişmeler; Suriye halklarının Batı'ya direnmeye devam etmesi, Orta Doğu'da İhvan'ın iyiden iyiye zayıflaması ve Latin Amerika'nın Küba, Venezuela gibi sistem dışı ülkelerinin istikarı oldu. Yine de güç dengesinin ABD ve müttefikleri yönüne kaydığını söyleyebiliriz.
Sonuç
Gördüğünüz gibi kötü bir yıl geçirdik. 2014'te muhalefetin hatalı cumhurbaşkanlığı seçim stratejisinin de etkisiyle (ama bu sadece sonu hazırladı, daha temel sorunlar elbette var) cumhurbaşkanlığını iktidarın adayı kazandı. "Yeni Türkiye" kurulmuş oldu. Önümüzdeki dönemde bu yeni rejimin kendi iktidarını, kendi muhalefetini nasıl şekillendirdiğini, kendi gündeminin nasıl tartışılmasını sağlayacağını beraber görüp tartışacağız. 2014'te kötüye gidildikçe o beklediğimiz Haziran da gelmedi, gelmezdi de. Haziran, gündemi ele geçrdiğimizde gelmişti, verilen gündemi ne şekilde tartışırsak tartışalım gelmezdi geri. Bunun yanında ülkemizde doğu ve batı muhalefetlerinin birbirine karşı rahatlıkla yedeklenerek asla beraber hareket edememesi iktidarın elindeki en önemli sigortalardan biri.
2015'te çalışan sınıflar olarak ne yapabileceğimiz ise kurulan yeni rejime olan uyumumuzla ilgili. Burada dağıtılan yeni kartlara odaklanmaktan bahsediyorum. Çalışan sınıfların kurtuluşu, küresel direnişlerin birbirine bağlanması ve dünya devriminin tekrar umut olması, bütünüyle yeni ve genel kabul gören, heyecan yaratan yeni bir neoliberalizm eleştirisine bağlıdır. Sınıfımızın bize verdiği en önemli ödev ve sorumluluk bu eleştiriyi sağlam temellere oturtmaktır. Bunun dışında ülkemizle ilgili konularda, herkes için, otoriterliğe karşı, çoğunluk diktasını hedef alan demokrasi talebi, genel adalet ilkelerinin vurgulanması (hukuk devletinden yana olmak), çevrecilikte tüketimin kısılması ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımını ön plana çıkaran gezegenle dost olma felsefesi ile yerel yönetimlerin gücünün, yerleşim birimlerinin kendi ekonomilerini çevirebilme ve o yerleşimdeki insanların taleplerinin önplanda olması anlamında artmasından yana olmanın doğru konumlanma olduğunu düşünüyorum.
Umarım 2015 tüm çalışanlar için umut ve ilerleme dolu bir yıl olur.  

4 Aralık 2014 Perşembe

İlk Bakışta Anadolu Partisi

Okuyanlar bilir,zaman zaman bu sayfada siyasi partilere ve çalışmalarına yer veriyorum. Bu kapsamdaki tüm değerlendirmeler hakim neoliberal ekonomik yapı karşısında çalışan sınıflar lehine bir görünüm izliyor tabii ki. Bugün de benzer bir analizi hakettiğini düşündüğüm, yeni kurulan Anadolu Partisi'ni ele alacağım.
Biz çalışanlar, özel zamanlarımızı çalışarak kazanırız. Özel zamanlarımız kendimiz için değerlidir. O nedenle bu sayfayı okuyan kimsenin "nitelikli dedikodu yapılıyor" gibi yorumlar yapmasını istemem. Tüm analizler bu sebeple nesnel ve ekonomi-politik temele oturtulmaya çalışılmaktadır. Kadro tartışmalarına asla girmeyeceğim dolayısıyla. Bir blog yazısında tüm programı değerlendiremeyeceğimiz için temel ilkeler, genel yapı, laiklik ve emeğe dair kısımları ele alacağım.
Parti tüzüğü ve programı incelendiğinde, programa getirebileceğim ilk eleştiri, Anadolu zulüm tarihinin darbelerden başlatılmasıdır. Oysa bu topraklarda zulüm, tarih kadar eski olup içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte en yakın zulüm başlangıç noktası Büyük Kaçgun - Celali İsyanlarının nedenleri olarak ele alınmalıdır diye düşünüyorum. Şimdi bizlerle ilgili olan program başlıklarını tek tek ele alıp kısa bir değerlendirme yapalım. Program için link şudur:
http://ana-parti.org/TR,36/anadolu-partisi-programi.html?_tag1=635531268970000000
Amaç, Temel İlkeker ve Politikalar
Çağdaşlaşmanın ön plana alınıp cumhuriyet değerlerinin "geliştirilerek korunması" fikri, korunmak istenen Atatürkçü değerlerin "geliştirilmeye ihtiyaç duyduğu" alt-metnini bu şekilde, anladığım gibi içeriyorsa benim de katıldığım değerli bir tartışmayı açabileceğine inanıyorum. Tam bağımsızlık ve "bilgiyi kullanarak sorun çözme" açılması - genişletilmesi gereken başlıklar. Ayrıca sömürüsüz çalışma hayatı ve sürdürülebilir kalkınma vurgusu da önemli ilerici görüşler olarak yer almakta.
Siyaset Anlayışı ve Demokrasi
Ülkemizde yoksunluğunu fazlasıyla hissettiğimiz ve Avrupa Sol - Sosyal Demokrat Partilerinde gördüğümüz çoğulculuk, çoğulluk ve parti içi demokrasi konularının ön plana alınması önemli olmakla beraber bu tip konular toplum psikolojisiyle ilgili olduğundan uygulamayı görmek gerekir. Ayrıca çoğulculuk denilen terim bir "post-modernizm tuzağı" içermektedir ki parti için ciddi bir sınav olup tarih bizi sürüklerse bir yazıyı da bu konuya ayırırız.
Laiklik ve İnanç Özgürlüğü
Dini - mezhepsel kutuplaştırıcı dile karşı çıkılmakta ve ibadethaneler, zorunlu din dersi gibi konularda özgürlükçü bir tutum alınması beklenen bir durumdu. Ancak asıl sınav, bu konularda özgürlükçü olanın iktidar tarafından Sünni - Ulus'a (*) karşı kutuplaştırıcı olmakla suçlandığı durumda alacağı tavırdır.
Ekonomi
Bütün kesimler için iyileştirilmesi ve çevreye duyarlı biçimde geliştirilmesi fikrini gerçekçi bulmadığımı belirtmeliyim. İçinde bulunduğumuz neoliberal ekonomik durumda akıntı tersine çekilecek her kürek sermaye sınıfı aleyhine olacaktır. Çalışan sınıflar ağır saldırı altındadır ve öncelikle bunu kabul etmek gerekir.
Dört temel ilke; kaynakların etkin kullanımı, üretim odaklı büyüme, orta sınıfın genişletilmesi, vergi kullanımında şeffaflık olarak belirlenmiş. Kısa vadede yapılacak bir üretim odaklı büyüme hamlesinin, mevcut sanal AVM- Call Center istihdamı karşısında işsizlik oranını artıracağını düşünüyorum, yanılıyorsam ekonomist arkadaşlar aydınlatırsa sevinirim. Bu işsizlik artışının, eski sanal AVM- Call Center istihdamının azalışından kaynaklandığı anlatılabilmelidir. Orta sınıfın genişletilmesi, sayı artışıyla güçlenmesi anlamına gelir ve çalışan sınıfın güçlenmesi anlamına geleceğinden bizler için olumludur. Vergi kullanımında şeffaflık ise geniş çalışan kitlelerinin ortak derdi olup derman olabileceğini söyleyen partinin her fırsatta bunu haykırması gerekir diye düşünüyorum.
Kritik bir diğer konu da, asgari ücretteki vergi muafiyeti ve bu yolla düşürülecek işçi maliyetidir. Bu yaklaşım, sermaye sahibini bir istihdam sağlayıcı olarak görmekte olup düşen asgari ücret işçilik ücreti yoluyla istihdam artışını hedefler. Ancak eğer pratikte sermayeye istihdam, üretim ve hesap verme baskısı kurulmazsa sermaye bunu mümkün olduğu kadar çalışanını asgari ücretli çalıştırma (çalıştıramadığını öyleymiş gibi gösterme) bu yolla elde ettiği kazancı da istihdamı artırma yönünde değil içinde bulunduğu ekonomik koşulun gerektirdiği en uygun şekilde harcama eğiliminde olur. Çalışanlardan yana bir siyaset izlenecekse yukarıda bahsettiğim hassasiyetler dikkate alınmalıdır.
Sosyal güvenlik başlığındaki konuları genel olarak olumlu olarak yorumluyorum. Çağdaş ve ayakları yere basan yaklaşımlar içermektedir.
Madencilik politikaları başlığı altında yer alan çoğu maddenin, ekonomik anlayışta temel bir değişiklik (güçlü bir neoliberalizm eleştirsi) olmadan uygulanamayacağını şurada anlatmıştım:
http://alemireayan.blogspot.com.tr/2014/05/siyah-uzerine-beyaz-yazacagz.html
Burada yer alan maddeler de içerdiği denetim, sendikalaşma, teknik - mali yeterlilik gibi güzel terimlerle esas sorunun etrafında dolaşmaktadır. Unutulmamalıdır ki kapitalist sistem kriz anında ilk olarak çevre hassasiyetlerinden, hemen sonrasında da insan sağlığından ödün verecektir.
Bu yazımda Anadolu Partisi Programı'nın blogumuz açısından kritik maddelerine değinmek istedim. Muhalif kanatta yeşeren bu parti, doğrudan çalışan sınıflardan taraf olmamakla birlikte koşulların iyileştirlmesi niyetinde olduğunu gösteriyor. Karşısına çıkacak en önemli engelin "neoliberalizm eleştirisi ihtiyacı" olduğunu bir kez daha belirterek yazımı sonlandırıyorum. Gelecekte çıkabilecek tartışmalarla beraber yeniden Anadolu Partisi'ne değinebiliriz.

 (*) Tabir Fatih Yaşlı'ya aittir, yerinde bulduğumdan ben de kullanıyorum.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Yaka Renkleri ve Sınıf Yaklaşımı

Çalışma yaşamında sıklıkla duyduğumuz beyaz - mavi yaka adlandırmasına değinmek istedim bu yazımda. Yine bu yazıda da konuyu, çalışan sınıf açısından ne anlama geldiği üzerinden değerlendireceğiz. Ayrıca konuyu sendikal tartışmalara da bağlayacağım.
Mavi yakanın sözlük tanımına baktığımızda "el emeği uygulayan çalışan" ifadesiyle karşılaşıyoruz (*). Benzer şekilde beyaz yaka da "profesyonel ve yönetsel iş yapan çalışan" şeklinde tanımlanıyor (*). Tanımlamanın kökeni, 20.yy başında ABD'de ortaya çıkmış olup temelde çalışanların giydiği iş kıyafetlerine gönderme yapmaktaydı. İlginç bir şekilde günümüzde, mavi yaka ve beyaz yaka ifadesi, kendisine ismini veren sığ kıyafet yaklaşımında kalmış olup yönetsel olmayan ofis çalışanlarına beyaz yaka, yönetsel olan üretim çalışanlarına mavi yaka denmesine neden olmaktadır. Bu da tanımlamanın temel işlevini yitirmesine, çalışanlar arasında anlamsız bir ayrım ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Konuyu örneklendirerek açalım. Elimizde bir hammade olsun. Bunu bir üretim aracı kullanarak son ürüne çevirip satacağız. Sattığımızın parasınının büyük bölümünü sermaye sahibi alırken, bir kısmını bize verecek, bir kısmını da mevcut üretim araçlarının geliştirilmesi, amortismanlar ve finansal araçlara yatırım gibi şekillerde kullanacaktır.
Elimizdeki hammeddenin hamur olduğunu varsayalım. Hamuru yoğurup fırına veren işçi, yoğurarak emeğini ortaya koymakta, fırın ateşini ayarlayarak ve fırında kalma süresini kestirerek üretim bilgisini, yani kafa emeğini, ustalığını ortaya koymakta ve ekmeği çıkartmaktadır. Eğer günde kaç ekmek çıkartması gerektiğini, hangi saat kaç ekmek çıkartması gerektiğini, ne kadar hamurun fire olacağını, ne kadar doğalgaz harcanacağını takip eden, satışları düzenleyen ve hatta satışı yapan ve patron olmayan bir çalışan varsa, o da yönetsel emeğini ortaya koymaktadır. Bu kişi aynı zamanda ekmeklerin zamanında ve istenilen kalitede çıkmasından da sorumlu olduğundan el emeği veren işçiyi yöneten ve yönlendiren kişidir. Fırının sahibi olan patron da bu iki çalışanın maaşlarını öderken, bir yandan da fırnın yumurtalı pide de çıkartıp çıkartmaması gerektiğine, saat kaçta açılması, kaç saat açık durması gerektiğine, büyüme ya da küçülme stratejilerine karar vermektedir. Bu örnekte rahatlıkla anlaşılacağı üzere fırın işçisi mavi yakalı, işlemleri takip edip hedeflere gereken kaliteyi gözeterek ulaşılmasını sağlamakla görevli olan işçi beyaz yakalıdır. Dikkat ederseniz her iki çalışan da aynı ortamda çalışmaktadır. Biri ekmeği ellemekte diğeri ellememektedir. Biri işçi olarak sistemde yer almakta, diğeri de işçi olarak sistemde yer alırken fırıncı karşısında patronu temsil etmektedir.
Şimdi de elimizdeki hammaddenin müşteriden gelen yazılım talebi, bu talebi karşılayabilecek çalışan bilgi birikimi ve şirket birikiminin de (know - how) üretim aracı olduğunu varsayalım. Yazılım talebi için bilgi birikimini, müşteri verilerini ve şirket birikimini harmanlayan ve satırlarca kod yazıp hataları gideren yazılımcı, emeğini ortaya koymakta ve yazılımı test ve kullanıma hazır hale getirmektedir. Eğer müşteri taleplerini, yazılımın ilerleme sürecinde değerlendirip yazılımcıyla müşteriyi koordine eden, proje takvimine uyumdan sorumlu, kalan zamanında yeni müşteriler için yeni çözümler sunan, belki ödeme takvimini de yöneten ve patron olmayan bir çalışan varsa o da yönetsel emeğini ortaya koymaktadır. Bu kişi, proje takvimine göre yazılımın zamanında yetişmesi, dolayısıyla yazılımcının günde ve haftada kaç saat çalışacağı ve müşteriyi tatmin edecek şekilde hatasız çalışmasından da sorumlu olduğundan emeği veren yazılımcıyı yöneten ve yönlendiren kişidir aynı zamanda. Yazılım şirketinin patronu da bu iki çalışanın maaşlarını öderken, yazılım şirketininin bilgi birikiminin artırılması, hangi yeni sektörler için yeni çözümler sunulabileceği ve büyüme, küçülme stratejilerini kurgulamaktadır. Bu örnekte de "ekmeği elleyen" yazılımcı, sanılanın aksine mavi yakalıdır, işlemleri takip edip hedeflere gereken kaliteyi gözeterek ulaşılmasını sağlamakla görevli olan koordinatör de beyaz yakalıdır. Koordinatör, çalışma ortamında yazılımcının patronu rolünü üstlenmektedir.
Son tahlilde beyaz yaka ve mavi yaka tanımlarının giyilen giysi ya da çalışılan ortamla ilgili değil, üretim araçlarının kullanımı, yönlendirilmesi ve çalışma ortamında hangi çalışanın işvereni temsil ettiğiyle ilgilidir. Haliyle beyaz yakanın sendikal örgütlenmesi konusu, üniversite okumuş olanların ya da ofis ağırlıklı çalışanların örgütlenmesi konusu değildir. İşyerinde işveren temsilcisi konumunda yer alan çalışanların örgütlenmesidir. Bunun olabilirliği, yöntemi ve yapısı alınan ücretlere ya da bu çalışanların ilgisizliğine indirgenemez, apayrı değerlendirilmesi gereken konulardır.

(*) Wikipedia tanımlarıdır.