Translate

31 Ağustos 2014 Pazar

Fayton Davası

Son günlerde alternatif gündeme oturan bir konuyu, faytonlar sorununu değerlendirmek istedim. Tabii blog konseptimiz gereği konuyu, "hayvan emeğinin sömürülmesi" kapsamında inceleyeceğiz.
Başta hayvancılık olmak üzere tarımdan turizme bir çok alanda hayvanların endüstriyel amaçlı kullanımına tanık oluyoruz. Hayvan evcilleştirmesinin temel amacı olan bu durum, 20. yüzyılda herhangi bir engel ya da baskıyla karşılaşmadan sürdü. Ancak 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyılda artık "gezegeni tüketmekte olduğumuz" gerçeğinin de anlaşılmasıyla, endüstriyel amaçlı kullanılan hayvanların hakları da gündeme oturdu.
Bu noktada fayon konusuna gelirsek önemli bir ayrım var. Fayton, atların turizm amaçlı kullanımı olup hayvanın fiziksel gücünden yararlanılan bir alan. Sorulması gereken soru şu: Bu atların varoluş (yetiştiriliş) nedeni fayton mudur ve eğer öyleyse, görece keyfi ve turistik getirisi tartışmalı olan uygulamanın sona erdirilmesi durumunda atların akıbeti ne olacaktır? Bugün faytonun yasaklanması halinde atların, yeni kullanım alanlarında daha az sömürüleceğini düşünmüyorum. Ayrıca kayıtdışı et üretiminin yaygınlığına bağlı olarak farklı bir sonla karşılaşmaları da olası.
Değerlendirmemin sonucunda önerebileceğim çözüm, faytonlar için bir son tarih konulmasıdır. Atların bu amaçla nasıl yetiştirildiği konusunda bilgi sahibi olmadığım için tarih önerim gerçekçi olmayabilir ama, örneğin "1 Ocak 2016 itibariyle fayton yasaklanacaktır." gibi bugünden 1,5 yıl sonrasına bir son tarih atanırsa, atların bu amaçla üretilip yetiştirilmesinin de önüne geçilebileceğini düşünüyorum. Benzer çözümü, Katalunya'da boğa güreşlerinin yasaklanmasında da uygulamışlardı. Normalde varolmayıp sırf belirli endüstriyel amaçlarla üretilen tüm hayvanların benzer şekilde kullanılmasının yasaklanması istendiğinde, önerilmesi gereken yöntemin bu olması gerektiği görüşündeyim.  

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Örgütlenememek ya da Haziran Direnişi'nin Ruhu

Sanırım durumun ne kadar kötü olduğunu anlatmaya gerek yok. Son zamanlardaki tek olumlu gelişme olan Gezi Parkı - Haziran Direnişi'nin neden bir adım ve bir kaç adım ileri götürülemediğini tartışmanın da tam zamanı olduğu görüşündeyim.
Haziran Direnişi sırasında "penguen medyası" dediğimiz yayın kuruluşlarının önce tüm olayları görmezden geldiğini, sonra da yaptıkları "bayraksız - flamasız gösteri yapan gençler" vurgusunu hatırlarsınız. Direnişin ilk günlerinde kamera çevirmeye tenezzül etmeyen bu kuruluşlar, reislerinin gündem belirleme aczine düştüğünü gözyaşları içinde kabul ederek yayın yapmak zorunda kalmışlardı. O kadar uzaktan, o kadar uzaktan değerlendirdiler ki konuyu, ne bayrak gördüler ne de flama. Oysa penguenleri inceledikleri kadar yakından inceleselerdi örgütlü örgütsüz herkesin elindeki bayrakları ve flamaları görecek ve göstereceklerdi.
Şüphesiz ki bu bilinçli bir tavırdı. Nedeni ise, o kadar farklı örgütün ve örgütsüzün bir araya belirli nedenlerle gelmiş olduğunu göstermemekti. Çünkü Haziran Direnşi bir "cepheydi".
Nasıl bir cepheydi? Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, direniş asla ülkede çoğunluk olduklarını iddia etmedi. Konu, sadece yaşam alanlarına iktidar müdahalesinin sınırlanması, farklı yaşam biçimlerine saygı gösterilmesi, tanınması ve doğa düşmanlığından vazgeçilmesiydi. İşte bunun cephesiydi Haziran Direnişi. Bunun ötesindeki girişimlerin tümü başarısız oldu, cepheyi böldü. En tipik yansıması da direnişi sürdürmek isteyen park forumlarındaki "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganına karşı atılan "Mustafa Keser'in askerleriyiz" sloganıydı.
İşte bu cephede yer alan herkesin kendi bayrağı, bayraklaşmış fikirleri vardı. Bunların olması cepheyi bölmüyordu ama direnenler o cepheyi oluşturan ortak nedenlerle direniyordu ve o nedenlerle oradaydılar. Park forumlarına geçildiğinde ise artık örgütlerin iktidar fikirleri kürsüdeydi. Bu fikirlerin hiçbiri diğerleri üzerinde egemenlik sağlayamadığından ayrışmalara neden oldu, ortak direniş nedenleri unutuldu ve cephe yitirildi.
Bugünkü mevcut parti ve örgütlerin bu direniş cephesindekleri örgütleyemeyişinin ve hatta en sağlam olanlarının bölünmesinin altında da yine aynı iktidar fikrinin kabul görmemesinin yattığını düşünüyorum. Direniş cephesini yeniden kurup örgütleyebilecek olan örgütün ya da partinin de, direnişin temel değerlerini katı bir şekilde sahiplenip iktidar fikrini tabanda tartışmaya açabilecek kadar esnek, bu esneklikte dağılmayacak kadar da felsefi - ideolojik temeli güçlü olan olacağını düşünüyorum. Düşünmekle kalmıyor, arıyorum da.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Oyu Değil İşlevi!

Önemli konuların seçim gündeminde kaybolup gitmesini istemediğimden seçim sürecinde yazmamıştım, ancak seçim bitse de atmosferinden kurtulabilmek mümkün değil. Bu yazıdaki konumuz da CHP, parti dışından biri olarak görüşlerimi belirteyim.
Parti olduğunuz zaman, diğerlerinden ayrılmak için parti olmuşsunuzdur. Farklı olduğunuzdan bir araya gelmişsinizdir, belirli bir amacınız vardır ve belirli bir felsefi - ideolojik temele dayanırsınız. Bu felsefi ve ideolojik temel size bir vizyon kazandırır, örgütlenme biçiminiz ve kadrolarınız buna göre gelişir.
CHP özeline gelirsek, partinin kuruluş amacı, malumunuz Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve dönemin kalkınma modellerine uygun olarak kalkındırılmasıydı. Zaman içinde parti elbette değişen koşullarla farklı konumlar aldı ama kurduğu cumhuriyetin temellerine bağlı olmak ve o cumhuriyeti savunmak en önemli tarihsel görevi olarak varlığını sürdürdü.
İçinde bulunduğumuz durumda ise, yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü savunma konumunda olan parti, sürekli ana muhalefet partisi olup kısa vadede iktidar olma şansı olmayışını halkın çoğunluğuna uzak olmasına bağladı. Bunu aşabilmek için de "oyunu istediklerime ne kadar benzersem o kadar oy alma şansım olur" davranışını benimsedi. Kesinlikle hatalı ve kolaycı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Partinin görevi oy oranını artırmak değildir. Yukarıda belirttiğim gibi parti, belirli bir felsefi - ideolojik temele dayanır ve "tabanını" genişletmeye çalışmalıdır. Tabanını genişletmek demek de farklı olan sana, senin gibi olmayanın gelip bir nedenle katılması demektir. Yani oy alamadığın, örgütleyemediğin kitleyi sana katılmaya ikna etmek demektir, üstlerine "çatı" koymak değil.
Bir nedenle katılması ama hangi nedenle?
"İnsanlık, önüne yalnız çözebileceği sorunları koyar." K. Marx
Önemli olan, partinin oturduğu felsefi ve ideolojik temeli, çağın koşullarına göre tekrar yorumlayarak, günümüzdeki sorunları çözümlemek ve ortaya konulan bu sorunları çözebileceğine halkı ikna etmektir. Halkı ikna etmek, bire bir haklı olduğunu kabul ettirmek olabileceği gibi, bir çelişki gösterip karşı cepheyi bölmek suretiyle de olabilir.
Sayı önemli ama her şey değil. Az milletvekiliyle de az seçmenle de etkili muhalefet yapılabilir. Yeter ki bir araya gelen bu kitle, bir araya geliş nedenine sıkı sıkıya bağlı olsun ve bu yolda çalışsın. Seçmen sayısını değerlerden ödün vererek artırmaya çalışmak, partinin bir bölümünün mücadeleye yabancılaşmasına ve olası başarısızlık durumunda "biz demiştik" yaklaşımına neden olabilir. "Biz demiştik" tarafı hizip gibi görünse de, parti olma özelliğini yitirmiş bir kitlede doğal olarak oluşmuş tepki organıdır artık. Oy oranı %45'e bile çıkartılabilir, ama bunun için öyle dengeler gözeterek partiyi öyle heterojenleştirmişsindir ki attığın her adım partiyi sarsar.
Kısa vadeli oy hesaplarından sıyrılıp, partinin ideolojisinin çağın sorunlarını çözmede başarılı olup olmadığını, eğer başarılıysa ya da başarılı hale getirildiğinde halkın katılımının nasıl sağlanacağını tartışmanın zamanıdır.