Translate

30 Mayıs 2014 Cuma

Birisinin onca kişiye iş vermesi olayı

İlginç bir konuya değineceğiz. Sık sık karşılaştığımız bir yaklaşımdır; sevilen bir firma sahibi vardır, en önemli sevgi tanımı da kaç kişiye iş verdiğidir. Böyle bir şeyin olmadığını düşünüyorum.
Talebin yarattığı arz gereği arz edecek olan oyuncu piyasaya girer. Ekmek lazımsa birileri ekmek yapacaktır. Kimse ekmek yapmak istemiyorsa birisi piyasaya dışarıdan ekmek getirecektir ya da ekmeğin fiyatı öyle artacaktır ki o ekmek yapmak istemeyenlerden biri ekmek yapma konusunda ikna olacaktır. Özel teşebbüs gerekiyorsa yukarıdaki gibi olur, devlet teşebbüsü gerekiyorsa devlet bu boşluğu yine piyasanın tetiklemesi nedeniyle doldurmak zorunda kalır. Bir aslan ailesinin de mevcudu artarsa, avcılıkla geçindiklerinden (ilkel komünal toplumun avcı-toplayıcılık döneminde olduğu gibi), üretimde bulunamazlar ve varolanı artırma yoluna giderler. Savanada hakim oldukları araziyi büyütmek zorunda kalırlar. Yani konu, ekonomik sistemden de bağımsız.
Dolayısıyla olay, arzın doğurduğu talebin karşılanması. Kapitalist bir ekonomi içinde bulunduğumuzdan çoğu sektör zamanla oligopole (*) evrilmiş. Birkaç büyük şirket kendisine ait pazar payını almış ve "kafa kesen rekabet" dediğimiz birbirini batıracak hamleler yapmamaktadırlar. Bu şirketler de bu işi yapmak için emek pazarında, denge fiyatında emek bulmak ve kullanmak zorundalar. O firma sahibini o işi yapmaya götüren nedenler talebin doğurduğu nedenler olduğundan ve firma sahibinin bireysel kararlarıyla bu talep değişmeyeceğinden birisinin onca kişiye iş veriyor olması diye bir durum bulunmamakta. Firma sahibi sektörden çekilip daha az istihdam sağlayacak bir sektöre yönelirse, onun çekildiği yeri dolduracak şekilde diğer firmalar genişleyecek ya da yeni oyuncular katılacaktır. Burada bir olasılık, kimsenin katılmaması ve ürünün ithal edilmesi (ya da hizmetin yurtdışından sağlanması) olabilir, bu durum da denge durumu değildir. Çünkü talebi karşılamak için piyasada gerçekleşen bu dönüşüm fiyatı artıracağından pastanın kalan kısmı yine yeni oyuncu ya da olan firmaların genişlemesi ile kapatılacaktır.
Son analizde hiç bir firma sahibinin istihdam sağlayan sektöre istihdam sağlamak için yönelmemekte olduğunu, bilgi ve tecrübe birikimi, kaynakalara olan ulaşabilirlikve sermaye artırımı koşullarını optimize eden sektöre yönelmeyi seçtiğini belirtmek isterim. Yazıdaki analizlerde ülke sınırlarını varsayılan kabul ettim. Küreselleşen dünyada taleple beraber arz da küreselleştiğinden piyasa fiyat dengesi gereği firmalar ülkeden çıkıp sisteme arzı emeğin daha ucuz olduğu yerlerde yapmayı tercih edebilirler. Bu da kar optimizasyonu ile verilen bir karardır, onca kişiye iş veren firma sahibi "bu sefer de Çinliler sevinsin" diyerek yapmamaktadır bunu. Bu davranışın sonucu istihdamın emeğin ucuz olduğu ülkelere kayması ya da diğer ülkelerde emeğin ucuzlaması olacağından konu siyasidir. Benim düşüncem, bu konuda çalışanların takınması gereken tavrın, emeğin küreselleşmesinin desteklenmesi yönünde olması gerektiğidir. Bu konuya da başka bir yazıda değinirim. Bu yazıda tartışılanlarla ilgili başta ekonomistler olmak üzere ilgilenen herkesin eleştirerek katkıda bulunması dileğiyle hoşça kalın!    


* Oligopol: Birkaç şirketin piyasaya hakim olması durumu

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Siyah üzerine beyaz yazacağız

Ekonomisi ucuz işgücüne dayanarak rekabetçi olabilen ve aynı zamanda hükümeti serbest seçimlerle başa gelen az sayıda ülkeden biriyiz. Son olarak Soma'da yaşadığımız facia, bu şekildeki rekabetin gelebileceği noktaları bize gösterdi. Soma'da kaybettiğimiz arkadaşlarımızla beraber kaybettiğimiz tüm arkadaşlarımız anısına bundan sonra siyah üzerine beyaz yazacağız. Yazacağız ki her okuyuşumuzda anılarını hatırlayalım, yazdığımız her beyaz karakter yenilerinin yaşanmaması için umut olsun.
Tarihsel süreç, yaşanan her olumsuzlukla beraber ilerleme olanağı sunan çelişkileri görünür kılar (günlük hayatta bunu belirtmek için kısaca "her işte bir hayır vardır" deriz). Son yaşanan felaketin de nesnel nedenlerinin ortaya konması, şeffaf bir yargılamayla tüm sorumlularının (gerçek ve tüzel kişilikler) hesap vermesi elbette ideal olandır. Ancak böyle olmayacak. Çünkü 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana ülke, rekabet gücünü ucuz işçiliğe dayamıştır. Yaşanan olaydaki tüm ihmallerin temelinde, rekabet koşulları tarafından zorlanan sistemin, sırasıyla önce çevre gerekliliklerinden, sonra da insan sağlığından ödün vermesi yatmaktadır. Olaydan ne kadar ders alınırsa alınsın, piyasadaki pazar payı artarken ya da korunurken tüm önlemler en iyi şekilde uygulanacak olup yaşanacak ilk krizde ödün vermeler başlayacaktır. Nesnel koşullar maalesef bunu getirmektedir.
İşte bu kısır döngüyü aşmanın bana göre en uygun yolu, ucuz iş gücü politikasının -belki başlangıç aşamasında belirli sektörlerde- terk edilmesi, rekabetçilik baskısının teknolojik gelişim yönünde olmasının sağlanmasıdır. Sektörel asgari ücret, iyi denetlenen ve verimliliği devlet tarafından şeffaf bir şekilde sorgulanan üniversite destekli Ar-Ge teşvik politikalarının bu yönde başarılı olacağını düşünüyorum.
Elbette engeller büyük, ama engel kalktıktan sonrasını modelleyerek engelleri aşarız. Tartışmaya katkılarınızla devam edeceğiz.

13 Mayıs 2014 Salı

13 Mayıs 2014 Soma Maden Faciası

Maalesef bugün, Soma'da bir madende trafo yangını çıktı. Bunu yazdığım saatlerde ölü, yaralı ve mahsur kalan sayısı net değil. Nasıl güvenlik önlemi alındığı, kazanın nasıl gerçekleştiği incelenir ama, madende kaç kişinin çalışıyor olduğunun bilinmemesi ve Soma Devlet Hastanesi'nde yanık ünitesi olmaması nedeniyle yaralı işçilerin çevre il ve ilçelerin hastanelerine sevk edilmesine gerek duyulması dahi skandaldır.
Bu kaza da şehitlik güzellemeleriyle örtülür de, ülkemizi bu 19. Yüzyıl İngiltere'sinden kurtaracak olan nedir bilemem.
Halk olarak seferber olup tüm imkanlarımızla elimizden geleni yapmalıyız. Nedenlerini, kazaya götüren tarihsel süreci unutmadan.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kahramanlık kotası

Okullarda gördüğümüz tarih dersleri devlet merkezliydi. Tarihteki Türk Devletleri, İslamiyet'in ortaya çıkışı sonrası Osmanlı İmparatorluğu'na katılmalarına kadarki Arap Devletleri ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu konu oldu. Halklar konu olmadı. Tüm Orta Asya'yı kaplayan Göktürk Devleti haritasında, sınırların neye göre çizildiği, günlük yaşamın nasıl olduğu anlatılmadı. Moğol İmparatorluğu'nun görkemli büyüklükteki topraklarındaki nüfus yoğunluğunun 36 kilometrekarede 1 kişi olduğundan bahsedilmedi. Osmanlı şehirlerinde Hıristiyan ve Yahudi Mahalleleri'nin pencerelerinin ne tarafa bakamayacağı, Avrupa'da mezhep savaşları kanlı şekilde sürerken, ülkeler mezheplere göre şekillenirken bir arada yaşayış şekli Avrupa'ya göre fersah fersah ileri olan Osmanlı Toplumu'nun, burjuvazinin güçlenmesinin getirdiği şartlarda bu yapısını koruyarak geri kalışının nedenlerini göremedik. Yani iyi olan bir şeyin yüzyıllarca korunmasının, çevredeki değişen koşullara adapte olamadığı için olumlu olmadığını görmedik. Celali İsyanları'nın nedenleri tartışılmadı.
Ve tabii kahramanlar. Devlet merkezli tarih elbette lider merkezliydi. Hakanların, halifelerin, sultanların, padişahların, paşaların askeri ve siyasi birer deha olması, ya da başarısızlıkları, katkıda bulundukları tarihsel sürecin nedeni olarak görülmelerine sebep olacak şekilde gösterildi. Onları o şekilde davranmaya iten maddesel nedenlerden bahsedilmedi. Onların, çevresel koşullardaki fırsat ve seçenekleri başarılı ya da başarısız şekilde değerlendiren liderler olduğu değil de, o olumlu koşulları yoktan var eden, "kut" sahibi kişiler olduğu, olumsuz koşulların da yine "kut" yoksunluğu olduğu yerleştirildi zihnimize.
Bugünkü koşullarda, herhangi bir durumdan kurtuluş için kurtarıcı kahraman arayışımız bundandır. Güçlenen liderlerimizin tiranlaşması, ona muhalefet edenlerin, muhalefet şeklinde en ufak bir parlaklık gördüğü kişinin arkasından gitme eğiliminde olması, kendini o lidere teslim etme eğiliminde olması bundandır. Haziran Direnişi'nin, Gezi'nin garip gelmesi, anlaşılamaması da bundan.
Türkiye'nin çalışan kesimleri için tarihsel kahramanlık kotası dolmuştur. Haziran Direnişi bize bunu anlatmaya çalışıyor. Anlaşılamaması için de sistem, sürekli farklı birer sistem içi kahraman sunuyor önümüze ki onu takip edip bu sarmaldan çıkmayalım, o kurtarıcı bekleyen yapımız umudunu kaybederek yıkılmasın.
Bizleri kurtaracak olan, kendi kollarımızdır. O kahraman lider gelmeyecek.