Translate

29 Haziran 2015 Pazartesi

Yalın Üretim 1: Temel Felsefe

Blog yazılarıma bir yazı serisi ile devam etmek istiyorum. Çalışan sınıfların tümünü etkisi altına almakta olan yalın üretim ya da üretimde yalınlaşma konularını inceleyeceğiz bu seride. Sınıf açısından yazmaya değer başka bir gelişme olmadıkça da seriye kesintisiz devam edeceğim. Sıkıcı olmaması açısından örneklerimi kuramsal bir fast-food dükkanından seçeceğim. Elbette amacımız konunun her yönüyle kavranması değil, çalışanlar üzerindeki etkisini tartışmaktır. Dolayısıyla, eğer ilk kez duyuyorsanız konu hakkında özet ön bilgi edinmenizi tavsiye ederim.
Sanayi devrimi sonrası, ustalığın çalışandan alınıp işletmeye aktarılması, böylelikle kişilere bağlı kalmaksızın, sermayenin emek üzerindeki yönlendiriciliğinin sistematik hale getirilmesi için çeşitli yollar aranmıştı. Buradaki temel amaç, çözülen bir problemin tekrar çözülmesine gerek kalmaması, işletmenin bu problemin çözümünü öğrenmesi ve işçiye, işçinin de konu üzerine bir daha düşünmesine gerek kalmaksızın bu bilgiyi aktarabilmesiydi. Ayrıca işletme, işçinin ürün niceliği üzerine de söz sahibi oluyor, "iş sırasında kaytarma" sorununun önüne geçiyordu. Bunu teorize edip uygulayan kişi Frederick Taylor (1856 - 1915) oldu. Standardizasyon ana temaydı ve problem, işçinin el becerisinin üründeki etkisini en aza indirmekti. Sonrasında standardiazsyon probleminin çözümü, Henry Ford'un (1863 - 1947) zaten daha önceden keşfedilmiş olan yürüyen hat uygulamalarını sanayiye uygulamasıyla en yüksek seviyesine ulaştı. Ford'un çözümünde işçi, öylesine özelleşmiş araçlar kullanıyordu ki, herhangi bir yeteneği olmasına gerek kalmıyordu. Yaptığı iş de o kadar tekdüzeydi ki, Taylor'un niceliksel probleminin takibi de fazlasıyla mümkün oluyordu. Ayrıca yürüyen hat, çalışanın ne kadar hızla çalışması gerektiğine karar veriyordu, bu yeni bir şeydi.
Yalın ise, kapitalizmin başka bir krizi sırasında, yukarıdaki üretim yöntemlerinin sıkıştığı petrol krizi döneminde 70'lerin sonlarına doğru ortaya çıktı. Ortaya çıktığı yer de, felsefesinin doğuşuna belki de en uygun yer olan Japonya oldu. Çıkış koşulları; doğal kaynakların ve insan kaynağının görece sınırlı olduğu ve tüketimin düşük, dolayısıyla ihracata bağımlı, varolan otomotiv sektörüne yeni oyuncu olarak girmeye çalışan Japonya, oyuncu sayısının çoğalması nedeniyle arzın artması ve fiyatları düşürme baskısı olan bir piyasa ve atılım yaratacak bilimsel gelişmelerin uzun süre sınırlı kaldığı bir ortamdı. Böyle bir durum tüm işletmeleri, varolan üretimlerini daha ucuza yapmaya, ham madde alırken gereken zamanda gerektiği kadar almaya, satabileceği zaman; müşterinin istediği özelliklerdeki üretimi tamamlayıp satmaya zorluyordu. Artık müşteri, eskisi gibi yapılan arabayı almıyor, istediği arabayı almak istiyor, ayrıca o yapılana kadar beklemeye de razı olmuyordu. Yani fast-food dükkanımızın müşterisi artık, ne kadar müşteri yoğunluğu olursa olsun hamburgerinin pişme süresinin en iyi ihtimalle aynı kalmasını ve alacağı hamburgerin turşusuz olma, ketçaplı ama mayonezsiz olma gibi opsiyonları üzerinde belirleyici olmak istiyordu.
İşte bu koşullar, hem sermaye, hem işletmeler hem de çalışanlar açısından köklü değişimlere yol açtı. Bundan sonraki yazılarda da yalın üretimde kullanılan yöntemler üzerinden bu değişimleri inceleyeceğiz. Sermayenin işletmeyi yalınlaştırırken emek yönetimi konusunda nasıl bir ilerleme kaydettiğini, çalışanlar açısından oluşan yeni durumun neler kazandırıp neler kaybettirdiğine bakacağız.

21 Haziran 2015 Pazar

Yaka Renginden Sınıf Tahlili

Mavi yaka ve beyaz yakalılığın anlamı üzerine daha önce de yazmıştık. İlgili yazıyı şu linkte bulabilirsiniz:
http://alemireayan.blogspot.com.tr/2014/12/yaka-renkleri-ve-snf-yaklasm.html
Özetle bu yazıda, yaka renginin okunan okul ya da alınan parayla ilgili değil, üretilen ürüne doğrudan emek katkısı olup olmadığı ile ilgili olduğunu "ekmeği elleme" metaforu üzerinden tartışmıştık.
Aynı konuyu, bu kez başka bir arkadaşım, kendi blogunda incelemiş ve yaka renginin sınıf tanımına etkisini tartışmış. Aşağıdaki linkte yazının tamamını bulabilirsiniz:
http://somutdurumuntahlili.blogspot.com.tr/2015/06/somut-durum.html?spref=fb

Konumuz sınıf tahlili olduğuna göre, tartışmaya nereden başladığımızı tanımlayalım: "...proletarya denince kendi üretim araçlarına sahip olmadıklarından emek güçlerini satmaya muhtaç olan modern ücretli işçiler sınıfı anlaşılır."(1) Dolayısıyla temel problemimiz emek gücünü satmaya muhtaç olmaktır. Acaba yaka rengimiz değişince bu ihtiyaç ilişkisi değişiyor mu?

Benim görüşüme göre, ücretli çalışan bir kimsenin bu ihtiyaç ilişkisinden çıkabilmesi için şöyle bir yol vardır: Kendisinin, üzerinde taşıdığı öyle bir yeteneği vardır ki, bu yeteneği kullanarak gerektiğinde -ulaşılabilir sermaye miktarlarıyla- kendi işini kurarak küçük burjuva(*) ya da burjuva olabilir. Bu olasılığı "cebinde" taşımayan herhangi bir ücretli çalışan bu ihtiyaç ilişkisinin içinde olduğundan işçi kabul edilmelidir. Örneğin özel hastanede çalışan bir uzman doktor, beyaz yakalı bir çalışandır. Kendi işini kurma şansı, ulaşabileceği sermayelerle cebinde bulunduğundan benim yaklaşımıma göre işçi sınıfından sayılmaz. Potansiyel küçük burjuvadır. Yani beyazötesi yakadır :) Oysa demir çelik fabrikasında çalışan bir mühendis, ne kadar yetkili olursa olsun o ya da başka bir fabrikada ücretli çalışarak yaşamını devam ettirmek zorunda olduğundan işçidir.

Tartışmaya bir diğer boyutu da Sungur Savran, "Sınıfları Haritalamak" (2) adlı makalesinde kazandırmış. Tanımında: "Geçimini sağlayabilmek için emek gücünü satmak zorunda olan ve sermayenin ajanı olarak işlev üstlenmeyen her çalışan işçi sınıfının bir mensubudur." demektedir. "Sermayenin ajanı olarak işlev üstlenmemiş" diyerek, üst düzey şirket yöneticilerini işçi sınıfı tanımının dışında bırakmaktadır. Bu tanımda açık konu, hangi yetki ve sorumluluğu almış kişilerin bu kapsama alınması gerekliliğidir ki Savran tanımı, sermaye/devlet adına karar yetkisine dayandırdığından "yatırım karar yetkisi olan kişi" işçi sınıfı dışında tutulabilir demektedir. Beyazötesi yakalılık Savran'ın tanımında işyeri içindeki konumla ilgilidir.

Mavi yakalı işçinin işçi sınıfından olduğu şüphe götürmezken, beyaz yakalı çalışanlar arasında işçi sınıfına dahil olmayanlar olduğu ve bunların kimler olduğu günümüzde tartışma konusu. Bu tartışmayı önemli kılan ise, normal yaşantıda sınıflar iç içe görünürken, herhangi bir kriz anında herkesin kendi sınıfı çıkarına davranacağı bilindiğinden kriz öncesi örgütlenme çizgisinin nereden çekileceğine olan etkisidir. İşveren vekilliği havucunun hangi beyaz yakalının "önünde" ve hangisinin "elinde" olduğunu tartışmaya devam edeceğiz.



(1) Marx, Karl - Engels, Freidrich, Komünist Manifesto
(*) Küçük burjuva dediğimiz kişi, kendi işyerinin sahibi olmakla beraber kontrolünde işçi çalışmayan ya da çok az işçi çalışan kişidir. Esnafların tamamı, eczacılar, özel muayenehanesi olan doktorlar, diş hekimleri buna dahildir.
(2) Savran, Sungur, Sınıfları Haritalamak: Sınıflar Birbirinden Nasıl Ayrılır?, Marksizm ve Sınıflar, Yordam Yayınları, 2014