Translate

22 Eylül 2014 Pazartesi

Eksen

Ülke iktidarı, her fırsatta kendi yanında olanları çeşitli yöntemlerle katı bir şekilde kendinden olmayanlara karşı birleştirirken, muhalefeti de büyük bir ustalıkla dağıtıyor. Muhalefette öylesine bir savrulma sözkonusu ki, tüm muhalif unsurlar birbirlerine karşı yedeklenebilmekte ve iktidar tarafından birbirlerine karşı kullanılabilmektedir. Ne zaman ülke genelinde bir muhalefet dalgası oluşsa, kökleri en derinlere inen doğu-batı muhalefetleri birbirlerine karşı yedeklenmekte, bazen sol ötekileştirilmekte, bazen de başka kesimler aslında savunmadıkları görüşler üzerinden yerden yere vurulmakta, medya tarafından en hafif tabiriyle itibarsızlaştırılmaktadır.
Çalışanlar lehine bu dengeyi bozmak, bu kısır döngüden çıkmak zorundayız. Çalışanların bugün elini kolunu bağlayan sosyal olmaktan hızla uzaklaşan devlet, bireyi değersizleştiren, umutsuzluk ve korku aşılayarak dayanışma ruhunu yok eden otoriter iktidar, kadınların sosyal hayattan dışlanması için oluşturulan toplum değerleri ve aile olmayanı, önüne konulanı kabullenmeyeni ve kısacası farklı olanı dışlayan tutuculuk değil midir? İşte ekseni, yani ortak mücadele cephesini buna karşı kurmalıyız. Mevcut koşullarda ancak laiklik ekseninde bir araya gelebiliriz, tabii ki başta doğuştan getirilen özelliklere olmak üzere tüm farklılıklara saygı duyan ve eşitliğini tanıyan demokratik bir yapıyla.
Eksen demek, cephe demek ortak paydada aynı safta yer almak olmalı. Elbette kişisel tarihimizden, sınıfsal konumumuzdan, yaşadığımız, yetiştiğimiz çevreden, doğuştan getirdiğimiz farklılıklarımız vardır. Aynı dili dahi konuşmuyor olabiliriz ama sevelim ya da sevmeyelim, aynı mücadele eksenindeyiz. Artık bu birbirimize karşı yedeklenme oyunu bozulmalı.
Bunun için şartlar var ve zor. Kişisel görüşüm, öncelikle çeşitli STK ve partilerden oluşan ve ortak, eşit katkı verdikleri bir merkez hareket takımı kurulmalı. Tüm bileşenler laiklik ekseninde bir araya gelmişken, tüm eylemlerini bu amaçla yapmalı ve buna yönelik söylemlerle duyurmalı.  Bu merkez bir parti gibi karar almada esnek olurken, tüm bileşenlerce kolaylıkla denetlenebilir şeffaflıkta olmalı ki elimizdeki teknolojik yetkinliğin buna el verdiğini düşünüyorum. Bu eksen tüm ülkede, en küçük köy ve kasabaya kadar yukarıda bahsettiğim tutuculuğun dışladığı herkese ulaşabilmeli ya da o ulaşılmaya muhtaç kişiye umut olmalı. Her kim dışlanıyorsa onun kutup yıldızı, o kendisini boğan karanlıkta, o kendisini dibe çeken bataklıkta gördüğü en parlak ışık bu eksenin kendisi olmalıdır.
Azınlık olduğumuzun bilincinde olmalıyız, seçimleri falan unutalım. Fiziksel güç yok, destekleyen finans - kapital ağı yok, iletişim imkanları kısıtlı ve her şeyden önemlisi umutsuzluk alıp yürümüş durumda. Ama bizler varız ve varolduğumuz sürece, doğru yaşadığımızın sımsıkı bilincinde olarak, elimizden geleni yapmalıyız.

7 Eylül 2014 Pazar

İş Kazalarının Önlenmesinde Müşteri Etkisi

Soma sonrası da benzer bir yazımız olmuştu. Dün gerçekleşen, eski Ali Sami Yen stad arazisine yapılmakta olan Torunlar'a ait şantiyede gerçekleşen ve 10 işçinin ölümü ile sonuçlanan olay sonrası, konuyu yine aynı perspektiften, ancak bu sefer müşteri niteliğinin farklılığından ötürü farklı bir çözümleme ile ele alıyoruz.
Bu sefer bir inşaat firması söz konusu ve pratikte gerçekleştirdiği projeyi, parçalayarak son kullanıcıya satıyor. Dolayısıyla Soma'daki gibi müşterisi tek ya da çok da olsa büyük değil, küçük yatırımcılar ve son kullanıcılar (hane halkı). Soma ile ilgili konum alırken demiştik ki: sistem rekabet koşulları tarafından zorlandığında, önce çevre gerekliliklerinden, sonra da insan sağlığından ödün verilir. Benzer bir konumu kadın konulu yazılarımda da almaktayım bildiğiniz gibi; yalnızca kadın sayısını baz alan uygulamalarda kriz anında her türlü pozitif ayrımcı düzenlemeden vazgeçilecektir.
Burada da konum değiştirmeyeceğiz. Sistem içinde birisi bir ürünü birisine satıyorsa çevre, iş güvenliği ya da mübadelenin aşamadığı diğer sorunlar ancak bu alışveriş ilişkisi içinde yer bularak çözülebilir. Bu da ancak müşteri talebi ile mümkündür. Çevre ve iş güvenliği konusundaki baskı, atık yönetimi, kazasız çalışma gibi kurallar, tıpkı büyük tesis projelerinde olduğu gibi, ancak müşterinin bu konuda koyacağı kurallar ile uygulanabilir. Örneğimizdeki durum, bunun belki de uygulaması en zor olduğundan tartışmaya açık. Benim çözüme yönelik sistem içi önerim, devletin tüketici derneklerini gerekli uzmanlıkların alınması sonrası denetçi tayin ederek bu inşaatların denetlenmesini sağlaması ve hedeflerin tutturulamadığı durumlarda doğrudan, satışı olumsuz yönde etkileyecek tedbirler (devletin ek vergi almak suretiyle dairenin fiyatının eşdeğerlerinin üzerine çıkmasına neden olması gibi) almasıdır. Bu da ancak işçiden yana politikalarla mümkün elbet.
Toplumcu bir sistemde ise, serbest piyasa ekonomisindeki tüketici derneğinin yerini işçi temsilcisi olan sendika almalı ve projeyi durdurma yetkisi bulunmalıdır. Sistemde zaten dairelerin satılması diye bir konu olmayacağından, önlemlerin alınmayışının nedeni maliyet baskısından çok organizasyon hatası olabilir ki böyle bir durumda ilgili firmanın sistem içinde elenmesi beklenir. Şeffaflık konusu bu bağlamda kritiktir.
İş kazaları ve tedbirler konusunu sürekli olarak gündemde tutmalıyız. Gündemde tutabildiğimiz, gündemi belirleyebildiğimiz sürece etkili olduğumuzu gezi parkı - haziran direnişinde öğrendik, unutmayalım.