Translate

25 Nisan 2014 Cuma

Ekonomik İlişkiler Analizi (2)

Tabii ben bu işlerin okulunu okumuş değilim. İlgilisiyim sadece. Hani trafik kazası olunca sürücüler yavaşlayıp bakar ya, işte normal vatandaş bu ekonomi konularıyla o kadar ilgilenir. Bir trafik polisi, bir sigortacı ise kazalar konusunda farklı dallarda olmakla birlikte uzmandırlar. Bu bağlamda beni, şehrin dört bir yanını gezip kazaları inceleyen bir normal vatandaş olarak görebilirsiniz.
Ekonomik ilişkiler analizi başlıklı geçen haftaki yazıma geri bildirim veren arkadaşlara teşekkür ederim. Eleştiriler genellikle, analizin üretim bazlı yapılması konusundaki telkin niteliğindeydi. Hak vererek bu noktadan devam edelim. Ürün fiyatlarını nasıl piyasa belirliyorsa, emek fiyatlarını da piyasa belirler. Bir şehirde elektrikçi usta sayısı ustaya duyulan talebin altındaysa, elektrikçi ustaların saat ücretleri yapılan aynı değerdeki işin denge durumundaki saat ücretine göre yüksektir. Ustaya talep arttıkça bu ücretler yükselir, sermaye sahipleri usta eğitme yoluna giderler, başarısız olurlarsa da ücretler başka şehirdeki bir ustayı o şehre getirmeye ikna edecek kadar yükselir.Usta göçü arttıkça emek arzı artacağından ücretler denge noktasına doğru düşecektir.
Gelelim eleştiriye olan yanıtıma. Eğitim, sağlık, sosyal yardımlaşma kurumları gibi kar amacı gütmeyen (ve gütmemesi gereken) kurumlar hariç, tüm işletmeler bu piyasa dengesine uymak zorundadır. Çünkü pratikte çalışanın ücreti, sermaye sahibi tarafından yapılan kesintiler hariç tutulduğunda müşteri tarafından ödenir. İlgili kesintiler de yukarıdaki piyasa dengesine tabidir, bir sermayedar diğerinden aşırı az ya da aşırı fazla kesinti yapmaz. İşte bu piyasa dengesinden çalışan lehine sapılan her sistemde, o dengeyi çalışan lehine bozan tarafın borusu öter. Çoğunlukla devlet bu roldedir. Gözlemlediğim kadarıyla iki yöntemi vardır, 1-Yüksek ücret tabanı 2-Gizli işsizlik.
Yüksek ücret tabanı belirlenerek, ülkenin kalan kısmında özel sektörde aynı işi yapan kişiye göre kamu çalışanı daha fazla ücret aldığında, o çalışanın piyasaya göre fark ücreti emeğinin müşterisi tarafından değil, işletmenin sermayedarı olan devlet tarafından ödenmektedir. Benzer şekilde, işletmenin olduğu bölgedeki işsizliği azaltmak ve ekonomiyi canlandırmak için yapılan fazla istihdam da daha az emek ile çalışanın denge ücretini ya da daha fazlasını almasına yol açar.
Şimdi bir yerleşim birimi düşünelim ki burada devlete ait KİT ve özel sektör firmaları ile devlet kurumları, esnaf ve çiftçi olsun. Bu sistemde özel sektör firmaları, KİT ve çiftçiler şehir dışına satış yaparak şehre para girişini sağlarken, devlet kurumlarında çalışanlar yapılması zorunlu hizmetler yoluyla sistem gereği ödemelerini alarak para girişi sağlamakta  esnaf ve tüketici olan kesim ekonomiyi çevirmektedir. Kalan para girişi ise yukarıda bahsettiğim iki yöntemle devlet tarafından doğrudan yapılmaktadır. İşte bu yerleşim birimi ile devletin rolünün önemsizleştiği gelişmiş bir sanayi şehrinde farklı sınıfsal analizlere ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Çünkü şehirlerden ilki, kapitalist krizlerden daha sınırlı düzeyde etkilenirken iktidar istikrarına daha fazla ihtiyaç duymakta, devletin eğilimlerine daha uyumlu, daha konformist davranmak zorunda kalmaktadır. İkinci şehir ise kapitalist krizlerden ağır şekilde etkilenmekte, ekonomik anlamda daha özgür olup salt istikrardan ziyade o şehre hakim olan iş kolunun gelişmesini kollamakta, varsa devletle olan bu yöndeki ilişkisini bu yöndeki bir istikrara yöneltmektedir. En azından çalışanlar açısından rasyonel davranış biçimi budur.
Yapılacak ekonomik ilişkiler analizinin bu temelde bir format üzerinden hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu yolla temel çelişkilere daha kolay ulaşabileceğimiz görüşündeyim.   

18 Nisan 2014 Cuma

Ekonomik İlişkiler Analizi

Seçim dalgasını geçtiğimize göre asıl konumuza dönebiliriz. Solda herhangi bir hareketlenme olması halinde yeniden temsil konularıyla ilgileneceğiz elbet. Bu yazıda ülke genelinde sezdiğim bir ihtiyaca değineceğim: Ülke genelinde ekonomik ilişkiler analizi
Türkiye'de sınıf siyaseti 61 Anayasası'nın görece özgürlükçü ortamında filizlenmişti. Bu tarihten 24 Ocak kararlarının uygulanabilirliğin yolunu açan 12 Eylül 1980 darbesine kadar geçen sürede çalışan sınıfların çıkarları adına yapılan siyaset önemli kazanımlar elde etmiş, örgütlülük önemli ölçüde artmış ancak mecliste temsili yeterince mümkün olmamıştı. Bunun nedenleri ile ilgili sayısız çalışma mevcuttur. Ancak 24 Ocak kararlarının uygulanışı ve liberal ekonominin ağırlığını hissettirmesi, ülke ekonomisinin dışa açılması, kalkınmacı ekonomik uygulamalar, özelleştirmeler yoluyla sınıfsal yapıda ciddi değişiklikler oldu. Sanayileşmiş kentler hızla göç alarak kalabalıklaşırken bu kentlerdeki işsizlik oranları da tırmandı. KİT'ler yoluyla kısmen de olsa geliştirilmiş olan bazı Anadolu şehirleri, özelleştirmelerle bu kazanımlarını kaybederek göç verdiler. Sonuçları tartışılması gereken GAP kısmen de olsa gerçekleştirildi. Son 12 yılda, AKP iktidarıyla birlikte, tüm diğer gelişmekte olan ekonomilerde olduğu gibi dış borç almanın kolaylaşmasından doğan sıcak para girişi ve yatırımlarda artış gerçekleşti.
Tüm bu değişiklikler olurken şehirlerdeki ekonomik ilişkiler, sınıfsal yapı değişti. Dolayısıyla ihtiyaçlar, beklentiler, yönelimler değişti. Bu değişikliklerin yansıması olarak sosyal ve kültürel alanda ciddi farklılaşmalar, kutuplaşmalar yaşandı. Sosyal ve kültürel alanlardaki farklılaşmanın etkilerinin incelendiği kapsamlı çalışmaları görebilmekteyiz. Örneğin Binnaz Toprak ve çalışma arkadaşlarının "Türkiye'de Farklı Olmak" adlı çalışması son yedi yılda bu alanda olan değişikliklere ışık tutmaktadır. Ancak ekonomik ilişkiler ve sınıfsal yapı ile ilgili çalışmalar maalesef bu kapsamda ve popülerlikte değil (*).
Ekonomik ilişkilerin doğru şekilde kavranması ve her ekonomik ilişki yapısına özel siyasi yaklaşım ihtiyacı olduğu görüşündeyim. Bunun yolu da öncelikle bir format belirleyip hangi bilgilerin edinilmesi gerektiği, ne şekilde sınıflanması gerektiği ve çalışmanın belirli illerin gruplanmasıyla mı (sanayi şehirleri, kırsal, turizm şehirleri, gibi), illerin tek tek alınmasıyla mı ya da ilçe ilçe analizle mi (örneğin Kocaeli Kandıra ile Dilovası farklı analiz gerektirir, Balıkesir Edremit ile Bandırma da aynı şekilde) yapılacağının belirlenmesinden geçiyor. Yöntemde anlaşılırsa belirli bir sürede toparlanabileceğini, toparlanana kadar da anlamlı sonuçlarla bir yol çizebileceğini düşünüyorum.

(*) kaçırmış olduğum çalışmalar olabilir, geribildirim verirseniz incelerim, yine burada tartışırız.

12 Nisan 2014 Cumartesi

#occupychp hareketi üzerine

Blog yapısı gereği, doğrudan siyasi partileri ilgilendiren konuları ele almasam da, dolaylı olarak konumuzu şekillendirebilme olasılığına sahip olan #occupychp (CHP'yi işgal et) hareketine değinmek istedim.
Yönetmen Mustafa Altıoklar tarafından, 31 Mart 2014 yerel seçimlerinde CHP kadrolarında yaşanan ve yönetilemeyen seçim sandıklarını koruma krizi üzerine başlatılmış bir harekettir. "Gezi Gençliğini" hedef alan ve Haziran Direnişi'nin Gezi Parkı Direnişi kısmının lidersizlik, kapsayıcılık, hızlı şekil değiştirme ve eğitimli genç kesimin öncülüğü özelliklerini taşıyan hareket, bugün ilk oturumunu Ankara CHP'de yaptı (CHP'nin harekete bu denli sıcak bakmasının ileriki dönemde olması gereken gerilimleri engelleyebileceği konusunda kaygılıyım.). 
Oturum sonrası bir manifesto yayınlandı. Önce manifestoyu paylaşayım, sonra da bizimle ilgili olan maddeleri hakkında görüşlerimi yazacağım:
"#OCCUPYCHP MANİFESTOSU
1. #occupyCHP; fikri, bilinci ve vicdanı özgür Gezi Ruhu'nun partiye hakim olmasını amaçlar.
2. #occupyCHP; genç kuşağın parti, ülke ve dünya yönetiminde karar hakkı aramasıdır.
3. #occupyCHP; parti içi ya da dışı dinamiklerden, ittifaklardan tam bağımsız bir sivil inisiyatiftir.
4. #occupyCHP; özgürlük, eşitlik, dayanışma, sevgi, barış, hoşgörü ve adalette Gezi Ruhu'dur.
5. #occupyCHP; siyasi yol haritasını tüm katılımcılarıyla tartışarak, birlikte belirler.
6. #occupyCHP; tüketim toplumu değil, katılımcı üretim toplumunda yaşamak ister.
7. #occupyCHP; partinin yönetim kadrolarında 40 yaş altı genç oranını %50'nin üzerinde ister.
8. #occupyCHP; partinin yönetim kadrolarında kadın oranını %50'nin üzerinde ister.
9. #occupyCHP; statükonun değil, "sürekli devrim" sloganıyla yenilenmenin değişmezliğini ister.
10. #occupyCHP; parti içi demokrasinin ve halk iradesinin önündeki barajların yıkılmasını ister.
11. #occupyCHP; kimseyi ötekileştirmeden sosyal adaleti savunur.
12. #occupyCHP; paylaşımcı, dayanışmacı ve ideolojik önyargılardan arınmış bir yönetim ister.
13. #occupyCHP; tüm Türkiye Halkları'nın topyekun özgürlüğünü ister.
14. #occupyCHP; Cumhuriyetçilik ilkesini; Türkiye Halkları'nın eşit iradesinin temeli olarak algılar.
15. #occupyCHP; Halkçılık ilkesini; tüm Türkiye Halkları'nın imtiyazsız kapsanması olarak algılar.
16. #occupyCHP; Milliyetçilik ilkesini; yurtseverlik vurgulu olarak algılar.
17. #occupyCHP; Devletçilik ilkesini; insan odaklı ve alçak gönüllü bir hizmet aracı olarak algılar.
18. #occupyCHP; Laiklik ilkesini; tüm vatandaşların inanç özgürlüğünün garantörü olarak algılar.
19. #occupyCHP; Devrimcilik ilkesini; önceki 5 ilkeyi yenileme hak ve sorumluluğu olarak algılar.
20. #occupyCHP; bu manifestoya katılan herkesi, üye olmak yoluyla partiyi işgal etmeye çağrıdır."



İlgili maddeleri ele alacak olursak:
5. maddedeki tüm katılımcılarla beraber tartışılarak siyasi haritanın belirlenmesi ilkesi, hareketin ilerleyip kitleselleştiği ölçüde demokratik katılıma elverişli olması durumunda kesinlikle olumlu bir tutumdur. Hareketin başarı durumuna göre sonraki yazılarımızda tartışabiliriz.
6. maddedeki üretim toplumu ilkesi de, tüketim toplumuna karşı oluşturulacak alternatif ölçüsünde değerli bir ilke olup yine üzerinde tartışmaya değer bir konudur.
7. ve 8. maddelerdeki gençlere ve kadınlara karşı pozitif ayrımcılığın sakıncalarını önceki yazılarımda belirtmiştim. Aynı durum bu hareket için de geçerli.
10. maddede bahsedilmek istenen seçim barajının kalkması konusu öncelikli olarak ele alınması gereken, demokratik katılımın önündeki en büyük engellerdendir.
16. maddedeki yurtseverlik vurgusunu olumlu buldum. Yurdunu, üzerinde yaşayan halk için, o halka zarar verebilecek her türlü güce karşı savunmak anlamında yurtseverliği en doğru milliyetçilik tanımı olarak görmekteyim.
17. maddedeki devletçilik ilkesinin yorumunu maalesef içi boş buldum, gelecekte tartışılabilir.

Tüm bunların dışında, blog kapsamında asıl sormamız gereken konu elbette çalışanları ilgilendiren ekonomi politikalarıdır. Başta belirttiğim gibi, Haziran Direnişi ruhuyla ortaya çıkan bir girişim olduğundan tüm hatları net değil, izlememiz, yorumlamamız ve belki katılımcı olup tavsiyelerde bulunmamız gerekir. Ama ne olursa olsun, çalışanlar açısından olumlu yönde değişikliklere yön verebilecek her konuyu yakından takip etmemizde yarar var.


Görüşmek üzere!